Bugünkü Türkiye Cumhuriyeti sınırları, Osmanlı'nın toprak kaybetmeye başlamasından itibaren "zorunlu" göçlerle "ana kucağı" oldu. Osmanlı Devleti'nin, Ortaçağ Avrupası karanlığından kurtardığı İspanya Yahudilerinin ardından 1900'lü yıllarla birlikte yoğun göç dalgaları yaşadı Anadolu toprakları.

Balkan savaşından kaçan "evlad-ı fatihan"ın, yolda ölenler hariç Tekirdağ ve İstanbul'a sığınanların hazin görüntülerine siyah-beyaz fotoğraflarda rastlamak mümkün. Tarihimizi pek bilmediğimiz için, o yılların ağıtları birkaç Rumeli Türküsü olarak bugün hâlâ yürekleri titretiyor, gözleri buğulandırıyor.

Cumhuriyet döneminde de durmadı milletin binbir yokluk ve kahramanlığıyla kazanıp sınırlarını kanıyla çizdiği topraklara göçler.

Demir perdenin kıskacından kaçan Uygur, Tatar, Çerkes, Kırım, Ahıska muhacirlerine kucak açtı, bağrına bastı. Yugoslavya'dan, Bulgaristan'dan yola çıkıp Kapıkule'yi geçince toprağı öpenlerin anıları, çocuklarına, torunlarına anlattıkları ve onların hatırladıkları kadarıyla yaşıyor.

1951, 1978 Bulgaristan göçlerinin ardından, bir de Todor Jivkov döneminde "devlet zoruyla Türk adını Bulgar adıyla değiştirme" operasyonunu kabullenemeyen, evlerini, tarlalarını, işlerini, atalarının mezarlarını ve tüm anılarını bırakıp Türkiye'ye sığınan 1989 "muhacirleri"...

Tüm bu göçler "kısmi" devlet politikalarıyla ve zorunlu iskanlarla atlatıldı. Bulgaristan'dan 1989'da gelenler için devlet "iş sahibi yapma" konusunda daha gayretli oldu, öncekiler ise başının çaresine baktı.

* * *

Suriye'de iç savaşın başladığı dönem, Türkiye'nin en hızlı ve yoğun göç aldığı dönem oldu. Dile kolay, kayıt dışı olanlarla birlikte yaklaşık 4 milyon Suriyeli bugün Türkiye'nin değişik illerinde, değişik şekillerde yaşıyor. Sığınmacı kamplarında kalanların dışındakiler ağırlıklı olarak "koloni"leştikleri bölgelerde yaşıyor. Büyükşehirler, "iş kapısı" umuduyla en fazla göç alan yerler oldu. Suriyeli sığınmacıların kimliğini belirleyecek "geçici vatandaşlık" veya "ikametgah tezkeresi" verilmesi bile, göçlerin başlamasından yıllar sonra yürürlüğe girdi. Şimdi de, peyder pey vatandaşlığa alınmaları için çalışmalar sürüyor. Vatandaşlık Kanunu, ikametgah tezkeresi (yani oturma izni) ile 5 yıl kesintisiz Türkiye'de yaşayan yabancı uyruklulara vatandaşlık verilmesine müsait. Başka bir ülke vatandaşlığına geçme şansı olmayan Türkiye doğumlulara da vatandaşlık verilmesi hükmünü koymuş Vatandaşlık Kanunu...

"Nitelikli" yani meslek sahibi olanların vatandaşlığa alınması için ise Bakanlar Kurulu kararı yeterli.

Asıl konumuz, Suriyelilerin vatandaşlığa alınıp-alınmaması değil. Olayın sosyolojik bölümü.

* * *

Geçen hafta, Sultangazi'de Afgan ve Suriyeli sığınmacılar arasında yaşanan kavgayı ayırmak isteyenler arasında bulunan bir genç bıçaklanarak öldürüldü. Mahalleli ayaklandı ve Afganların yaşadığı evlere saldırdı. Gerilim günlerce sürdü, polis çareyi 300'den fazla Afgan sığınmacıyı bölgeden uzaklaştırmakta buldu.

Hafta sonu, Adana'da yaşandı benzer bir olay. Daha önce, birçok ilde bir şekilde "Suriyeli-Türkiyeli" kavgası yaşandı. İstanbul'un "varoşları"nda daha kolay zemin buluyor Suriye, Afganistan ve diğer ülkelerden gelen sığınmacılar. Aksaray'da "gayrimeşru" sektörünü ele geçiren Afrikalılar dikkat çekmiyor ama, varoşlarda "sosyolojik fay hattı"nda negatif enerji birikiyor yıllardır.

Normalde her semtte yaşanan ama artık büyük tepki görmeyen "kıza laf atma" gibi sebeplerle bile büyük kavgalar çıkıyor. "Suriyeliler şunu yapmış" diye bir fısıltı yayılmaya başlar başlamaz, toplananların sayısı da hızla artıyor artık. Henüz bu olaylar "beşinci kol" faaliyeti olarak körüklenmiyor ama buna da müsait bir zemin oluştu. Türkiye'de iç huzuru bozup, Suriyeliler ile Türkiyeliler arasında "kaos" yaratmak isteyecek şer güçler için yeterince hazır bir ortam var.

En son, Adapazarı'nda Atatürk heykeline saldırdığı için linçten kurtarılan ve psikolojik sorunları olduğuna dair raporu bulunan şahsın da Suriyeli olduğu fısıltısı yayıldı hızla çevreye.

* * *

Suriyeliler, "vergisiz dükkan açıp haksız rekabet yapanlar" olarak görülüyor artık. "Devletten de yardım alıp, ucuza ve daha uzun mesaiyle çalışıp işimizi elimizden alanlar" diye tepki görüyor. Toplu taşıma araçlarında, parklarda, piknik sahalarında, yani tüm ortak kullanım alanlarında kurallara riayet etmediklerinden yakınılıyor. Metrobüste, tramvayda, halkın yoğun olarak bulunduğu yerlerde Suriyeli mendil satan çocuklar tepki görüyor artık. Belki sizin kulağınıza gelmiyor ama, halkın arasında dolaştığımız için biz hemen hemen her gün Türkiye'deki Suriyeli genç nüfusa dikkat çekip "Mehmetçik onların toprakları için savaşırken, bunlar burada keyif çatıyor" diye diş gıcırdatıp mırıldanıyor.

Velhasıl, Türkiye daha önce yaşadığı göçlerden farklı sosyolojik sonuçlara gebe. Hem de hayli ilerlemiş bir gebelik bu. Gerilim gün geçtikçe yükseliyor, fay hattındaki metan gazı en zayıf noktaları zorluyor. Allah korusun, birkaç karanlık el devreye girip bir kıvılcım çakarsa hiç istenmeyen şeyler yaşanayabiliriz.

Biz bildiğimizi aktaralım, sokaklardaki tehlikeye dikkat çekelim de, "tekerlek kırıldıktan sonra yol gösterenler"den ayrı tutalım kendimizi. Aman dikkat, bu işin şakası yok...