Biliyorum vatandaşı öyle bir efsunladı ki "kamuoyu yapıcılar", algılarını öyle hoyratça kullandılar ki; Üç gün ardı ardına yaşananları birbirine bağlayamaz oldu millet. Halbuki, bugün dünden bağımsız değil, yarın da bugünden ve dünden bağımsız olmayacak.

Burada siyasi polemiklere duyulan iştahı tatmin edici satılar yazmak, tribünleri sloganist söylemlerle hop oturtup hop kaldırmak da mümkün. Gün o gün değil. Ülkesine, halkına ve gelecek nesillere bir zerre sorumluluk duygusu taşıyanların özellikle bugünlerde kaçınması lazım bu goygoyculuk ucuzluğundan.

Durumu önce doğru teşhis edelim. Sonra tedaviyi konuşalım. Ama hep birlikte ortak bir teşhiste uzlaşalım. Lafı gürültüye getirip, dün hararetli bir şekilde savunduğunun bugün tam zıddını cilalı sözlerle pazarlamaya çalışanlar sussun önce. Sözüm "kimin kayığına binerse onun türküsünü söyleyen" madrabazlara...

* * *

Karşımızda, kundakçıların en şerefsizi var. Önce yangını çıkarıyor, ardından kurtarıcı rolünde soyup soğana çeviriyor. Yangını çıkarırken erketeliğini yapanları önce suça ortak ediyor, ardından onun savcısı, yargıcı ve infazcısı rolüne soyunuyor. 

Tıpkı Irak'ı Saddam Hüseyin'den, Libya'yı Muammer Kaddafi'den kurtarırken yakıp yıktığı gibi... Suriye'yi de harabeye çeviren bu kundakçı ve yancıları değil miydi?

Irak sürecini tekrar hatırlayalım. Libya ve Suriye'de yaşananlar ile Türkiye'ye yaşatılmak istenilenin benzerliklerini göreceğiz.

11 Eylül 2001'deki İkiz Kuleler'in yıkıldığı ama her ne hikmetse Pentagon'a düşecek uçağın ıskaladığı o meşhur olayın ardından Afganistan'a saldırdı ABD. Dışişleri Bakanı General Colin Powell, BM Güvenlik Konseyi'nde Afganların 11 Eylül'deki sorumluluklarına ilişkin kanıtlardan oluşan bir dosya dağıtma sözü vermişti. 16 yıldır böyle bir dosya dağıtılmadı. ABD hâlâ Afganistan'da. 

Aynı Colin Powell, 2003 yılında dünya televizyonlarının canlı yayınladığı konuşmasında yine BM Güvenlik Konseyi'nde Irak'ın 11 Eylül saldırılarına bulaştığını ve kitlesel imha silahlarıyla ABD'ye yeni bir saldırı hazırlığında olduğunu açıklıyordu. 

Powell görevden ayrıldığında ülkesinin bir televizyonunda Irak'a ve Saddam Hüseyin'e yönelik çok sayıdaki suçlamanın sahte olduğunu utanmadan itiraf etmişti. Ne fayda?

İşgalin ikinci aktörü İngiltere'de 7 yıl süren soruşturmanın sonunda açıklanan Chilcot Raporu "istihbarat yalanları"nı tescillemiş ve Irak'ın tehdit oluşturmadığını dünyaya deklare etmişti. Başbakan Tony Blair, Irak savaşında ölen İngiliz askerlerin aileleri tarafından "terörist" olarak anılmaya başlandı bu raporun ardından. Neye yarar ki?

* * *

O dönem ABD'nin Irak'ı işgaline karşı çıkanlar "algı operasyonu timleri" tarafından yaylım ateşine tutuluyor ve "diktatör destekçisi" ilan ediliyordu. Bu, Türkiye'de de yaşandı. ABD'nin, Soros Vakfı'nın uzantıları aracılığıyla Türkiye'de Saddam karşıtı kamuoyu oluşturmak için 500 milyon dolar harcadığı iddiası hiç soruşturulmadı. Ama Saddam karşıtı önemli bir kamuoyu oluştu. Aynı dinamikler, Suriye için de devredeydi. Yıllarca "Önce Halep, sonra Şam" diye nara attılar.

Sonuç?

Harabeye dönmüş 3 ülke. Milyonlarca insan öldü, milyonlar evlerinden, ülkelerinden uzakta yaşamlar kurdu, binlerce Aylan bebek umut yolculuğunda can verdi...

Şimdi bir "siyasi çözüm" masası kuruldu. Masada Esad'ın ve onun "özerklik" vaadiyle uzlaşmaya çalıştığı Suriye PKK'sının yeri hazır. Rezervasyonu Trump ve Putin yaptı Vietnam'da. ÖSO hariç diğer gruplar hem ABD'ye hem Rusya'ya göre terörist. "Silahlı" ama "ılımlı muhalif" kabul edilen bir tek ÖSO var ama masadaki pazarlık gücü belirsiz. Çünkü bizden başka da destekçileri yok. 

* * *

Soçi'de kesinleşti ki, Esad yeni dönem planlanırken koltuğunda kalacak. Geleceğine de "özgür ve şeffaf seçim"le karar verilecek. Ankara buna "evet" diyor ama tek şartı var: Bu siyasi çözümün planlandığı masada PKK'nın yer almaması...

"PKK'nın olduğu yerde biz olmayız" demekte haklı Türkiye, ama masanın dışında kalma riski büyük... Ne ABD vazgeçiyor PKK'dan, ne Rusya. İran ve Şam'ın da itirazı yok buna... Devamında geleceklerin net bir şekilde belli olduğu bir süreç...

Sonrası, gelecek hamleleri görüp göremeyeceğimiz ve nasıl bir karşı hamle yapacağımıza bağlı. Üç beş gün öncesini unutup, Saddam'ın ve Kaddafi'nin yaptığı hataları yapmayız herhalde. 

Irak'daki etnik ve mezhebi bölünmesinde Saddam'ın büyük hataları oldu. Sırtını sadece bir kesime dayadı, diğerlerini ötekileştirdi. Saddam'ın sonuna kadar sahip çıktığı kurmayları, onu ilk satanların başında yer aldı. Örnek: Irak'ın işgali öncesinde Saddam'ın dış politikasını yöneten Dışişleri Bakanı Naci Sabri, işgal sırasında önce Avusturya'ya kaçtı ardından Katar'a yerleşti. 

İşgal sırasında sık sık ekranlara çıkıp "Amerikalılara ağır kayıplar verdiriyoruz" yalanıyla direniş cephesini zayıflatan Enformasyon Bakanı Muhammed Said es-Sahhaf, Bağdat düşünce Amerikalılara teslim oldu. Kısa süre sonra serbest bırakıldı ve Abu Dabi'ye yerleşti. 

Tarih, daima öğretici ve uyarıcıdır. Yeter ki, ders almasını bilelim...