Seçime neredeyse 48 saatten az bir zaman kaldı. Türkiye'deki tüm partilerin hemen her adayı, projelerini birkaç kez tekrarladı, sokak sokak gezdi, bir kısmı rakiplerini ziyaret etti. Tam da bu noktada seçim sathı mahalline girdiğimiz günlerden, bu yazının yazıldığı dakikalara kadar neler yaşandı diye arkadaşlarla konuşurken aklımıza siyasi nezaket geldi. Yerel seçimi bir "bekaa" meselesi olarak lanse eden, ancak bir türlü halkı ikna edemeyen iktidar partisi, bu konuda her zamanki gibi sınıfta kaldı. Zira en başından en sonuna kadar hiyerarşik yapılanmada iktidar partisinin neredeyse nezaketen bir kez sustuğuna bile şahit olmadık. Rakipleri "küçümsemenin" ya da "beceriksiz" demenin binbir türlü yolu var halbuki. Ancak, iktidar ve ittifak yaptığı diğer "küçük" parti bu konuda başa baş gitti. Örneğin, "Soyadı Yavaş olan birine mi oy vereceksiniz, zillet ittifakı, illet ittifakı, senet sahtekarı, vergi kaçakçısı, meclis üyeleri terör örgütü tarafından belirlenen parti, beton ekrem, adiler, zavallılar, çöp demek pislik demek, camileri ahır yaptılar, öküzün trene baktığı gibi bakıyorlar, hadi bir seçilsin bakalım, ne olacak, GBT'leri elimizde seçimden sonra göreceğiz, seçilseler bile aynı gün müdahale edilecek" gibi hem hakaret, hem tehdit içeren bir seçim süreciyle nereye kadar gidilebilir.

'SEÇİLİN DE GÖREYİM' TEHDİTİ

Tüm bu "hakaret ve tehditlerin" karşısında nezaketini bozmayan partiler ise mitinglerinde iktidar partisi ya da diğer rakiplerine gözdağı vermek yerine, projelerini anlattı, her zaman güleryüzle hareket etti. Bu nedenle, zaten bir puan artıya geçti. Gözlemlediğimiz kadarıyla iktidar partisinin alışkanlık haline getirdiği siyasi nezaketsizlik en tepeden başlıyor. Çünkü seçim miting ya da toplantılarının yapılmaya başlandığı ilk günlerde bakanlar henüz "terbiye" sınırlarını aşmaya başlamamıştı. Bu konuyu çok güzel anlatan bir atasözümüz var ancak bu yazı maalesef yeri değil. "Milli iradeyi" şiar edinmiş bir iktidarın, "Seçilin de göreyim. GBT'leriniz elimizde" gibi tehditlerle seçimi daha şimdiden tehlikeye sokması önceki bunun da diğer seçimlerden çok farklı olmayacağının başat göstergesi. O halde asıl ötekileştirme bu değil de hangisi... 

GEÇMİŞTEKİ SİYASİLER

Ana muhalefetin dediği gibi "Altı üstü bir yerel seçim nasıl oluyor da bekaa sorunu haline geliyor, sanki savaşa giriyoruz." Tam da böyle. Anlaşılan belediyeciliğin tanımında bulunan "sokak temizlemek, çöp toplamak, park-bahçe düzenlemek" vs. iktidar partisi için bir bekaa sorunu. Anlamaya çalışmayın. "Belediyenin bekaayla ne ilgisi var" diye hiç sormayın. Neyse ki seçimlere az bir süre kaldı. Zira iktidarın "tutmayan" argümanları arasında bulunan "bekaa sorunu, seçimde onlar kazanırsa her taraf yakılıp yıkılacak, ekonomik kriz vs" gibi konular daha şimdiden rafa kalktı. Mansur Yavaş'ın, hadisesi çıktı da oradan beslenmeye başladı. Biz gazetede bunları konuşurken, "Geçmiş dönemde Çankaya Köşkü'nde oturan Cumhurbaşkanları ya da sıradan binalarda ikamet eden başbakanlar, birbirlerine nasıl davranırdı?" sordu yaşı bizden küçük bir arkadaşımız. Bir süre düşündük ancak elle tutulur bir kavga, tartışma aklımıza gelmedi. Hatta bir elin parmaklarını bile geçmeyecek, olay bile denmeyecek durumlar gözümüzün önünden geçti. Sembolik hakaret davalarının bir elin parmaklarını geçmediğini, liderlerin birbirlerinin yüzüne bakamayacak duruma hiçbir zaman gelmediğini hatırladık. Çünkü, siyasi nezaket bunu gösterirdi. 1 Nisan'da neler olacak şimdiden kestirmek mümkün değil, ancak ola ki büyükşehirlerden birine Millet İttifakı'ndan biri seçilirse o zaman bu "nezaketsizliğin" boyutunu göreceğiz.