Yeni bir seçimin eşiğindiyiz. Yerel yöneticilerimizi seçeceğim. Aklımızın, vicdanımızın sözgecinden geçirerek, geçmişi geleceği göz önünde bulundurarak kentimize, ilçemize, mahallemize daha yararlı işler yapabileceğini sandığımız kişiye oyumusu kullanacağız. Oyumuz namusumuz. Kimsenin tekelinde emru muhayyer çek değil. İttifaklar beni ırgalamıyor. Hür irademle vatandaşlık görevini yapacağım.  Bugünlerde  ülkemizin en tepedekinden, en alttakine kadar ekmek su kadar ihtiyacı olduğu bir dersten söz edeceğim. Özellikle kadirbilmezlik, vefasızlık, ihanet sarmalında isyanlarda, şoklarda olanlar iyi okusun: 

 Vaktiyle ünlü bir hoca varmış. Yükselmek, büyük adam olmak isteyenler,bu ünlü hocaya gelip ondan ders alır, ilminden yararlanırmış. Devlet adamı olup büyük mevkilere gelmek isteyen bir Anadolu delikanlısı da bu hocanın ismini duymuş. Düşmüş yollara. Aylar sonra hocaya ulaşmış. 
 "Hocam ne olur beni kabul edin, yetiştirin" demiş. Özetle eğitim başlamış...

Aylar geçmiş. Genç köylü ilmi diyanet konusunda iyice yetişmis, pişmiş. Hocası "Artık tamamsın, Şimdi de ilmi siyaset öğrenmek istermisin" diye sormuş Köylü, 'Hocam, ilmi diyanet bana yeter. İlmi silaset de olmasın. Ben köyüme dönmek istiyorum' demiş.
Genç köyüne dönmüş. Ama caminin hocası bilgili birinin köye gelmesinden hoşnut olmamış. Cemaata, 'Şeytan'ın ne zaman ve nasıl geleceği, hangi yalanlarda sizi kandırıp birbirimeze düşüreceği bilinmez. Dikkatlı olun," diye tembihte bulunmuş.
Genç köylü, köyün camisine gidip hocanın vaazlarını dinlemek istemiş. Hocayı dinlemiş. Duyduklarına inanamamış. Hocanın anlattığı yanlış uydurma şeylere sinirlenmiş. Kendini tutamayıp cemaatin içinden yüksek sesle bağırmaya başlamış.
"Söylediklerinin hepsi yanlış. Uydurma. Ne biçim hocasın. İnsanları kandırıyorsun" demiş. Sözünü bitirmeden hoca, Cemaate dönüp bağırmış;
"Ey cemaat, işte size bahsettiğim şeytan burada, aramızda. Allah'a inanmayan, camiye hakaret eden, hocaya baş kaldıran cehennemlik şeytan içimizde oturuyor. Tutun onu. Dersini verip atın dışarı" demiş...

Cemaat genci yakalamış. Tekme tokat ve küfürlerle caminin dışına atmışlar. Her yeri yara bere içinde kalan genç inliye inliye evine dönmüş.
Genç köylü yeniden yollara düsmüs. Hocasına ulaşmış: "Hocam, böyle böyle oldu" deyince hoca kafasını sallarken gülümsemiş: "Ben sana ilmi siyaseti öğrenmen lazım" demedim mi? demiş. Gencin ricasıyla dersler yeniden başlamış. 
Aylar geçmiş. Gencin ilmi siyaset eğitimi tamamlanmış. Hocasının  elini öpüp köyüne geri dönmüş. Hemen dayak yediği camiye gitmiş. Ayni hoca yine saçma sapan şeyler söylemiş. Cemaati yanıltan, kandıran ifadeler kullanıyormuş..
İlmi diyanet'ten sonra ilmi siyaset eğitimini de almış olan  genç köylü, cemaat içinde ayağa kalkmış. Hoca kaşlarını yine çatıp gence bakmış.

Cemaat kafalarını çevirip ayaktaki gence dönmüş. Sessizlik olmuş. Genç köylü yüksek sesle cemaate seslenmiş:
"Ey cemaat. Bu Hoca efendi çok doğru söylüyor. Bu ne mübarek bir hocadır. Diyarı İslamı gezseniz böyle mübarek bir adam bulamazsınız. Her kim ki bu hoca efendinin sakalından, bıyığında bir kılını kopara ve ala, o kişi hiç süphe yoktur ki cennetin kapısını aralaya..."
Bu sözlerden sonra cemaat bir anda ayağa kalkıp, hoca efendinin üstüne çullanmıs. Hocadan bir kıl koparmak isteyen onlarca insanın altında kalan hoca, bir daha o köyde hocalık yapamayacak hale gelmiş. Genç köylü de, ilmi siyasetin ne kadar güçlü bir silah olduğunu anlamış.
Bu hikayeden çıkardığım ders; ilmi siyasette çok zayıfız.  Boş yere "Ey! Ey! Ey!" diye bağırıp duruyoruz.