Korona virüsü sebebiyle okullar tatil edilince 23 Mart’tan itibaren uzaktan eğitim başladı…

Hem internetten, hem televizyondan eğitim veriliyor.

Daha doğru ifade ile veriliyor gibi yapılıyor.

İnternetten öğrenciler eba’ya giremiyor. Aşırı yığılma olunca sistem çöktü…

Eba yoğunluğu kaldıramayınca öğrencilere kendilerine ayrılan saatte girme izni verildi…

Yine de sorun çözülmedi…

Resmi ve özel okullarda 17 milyondan fazla öğrenci olduğu bilindiğine göre sistem niçin ona göre hazırlanmadı?

Her sınıf için eba1, eba2 gibi ayrı ayrı sistem kurmak çok mu zordu…

Televizyonda ilkokul, ortaokul ve lise için üç ayrı kanal açıldı.

İlkokul, ortaokul ve liselerde birinci sınıftan dördüncü sınıfa kadar öğrenci var. Sınıflar saatlere bölündü. Bir sınıfa en fazla bir iki saat ders düşüyor. Biz yaptık olduk mantığıyla yarım yamalak yürüyen bir sistem…

En azından ilkokul, ortaokul ve lisenin her biri için iki ayrı kanal kurulması, sabah bir sınıf, öğleden sonra bir sınıf gibi sürekli ders görülmesi sağlanamaz mıydı?

Diyeceksiniz kanal kurmak kolay mı?

TRT Çocuk var, TRT Okul var… TRT Müzik de iki ay müzik çalmasa neyimiz eksilecek. Zaten bu üç kanal kullanılsa sorun çözülürdü…

En büyük sorun ise ders içerikleri…

İçi boş, hiçbir konunun özüne inilmeyen, çocuklara hiçbir şey vermeyen şeyler anlatılıyor.

İnanılır gibi değil ama bazı dersler on dakika bile sürmüyor. Öğretmenin ekrana gelip gitmesi bir oluyor…

Derslerde yapılan hatalar ise daha da vahim…

Banttan kayıt alınmış ama montajsız görüntüler öğrencilere seyrettiriliyor…

Derslerdeki anormallikleri çocuklar kendi aralarında paylaşıp dalga geçiyor…

Diyeceksiniz ki bu kadar kısa sürede ancak bu kadar yapılabilir…

10 gün kısa bir süre mi? 10 günde baştan sona bir müfredat hazırlanır…

Belki banttan çekimleri yetişmeyebilir…

Ama canlı yayında ders anlatacak 10 öğretmen de mi bulamadınız…

En kötüsü de bu dersleri seyreden veliler, çocukları bunun için mi okula gönderiyoruz, bu kadar mı ders yapılıyor, konular bu kadar az mı anlatılıyor diye paniğe kapılacak…

İşi bilen insanların çok daha kısa sürede çok daha iyisini ve fazlasını yapacağı kesindir…

İşler ehil olmayan kişilerin eline kalınca küçük siyasi hesaplarla çocuklara ancak idam sahnesi seyrettirilebiliyor…

*****

Umutsuzluk öldürdü

1950’li yıllarda bir İngiliz şilebi Portekiz’den aldığı Madura şaraplarını İskoçya’ya götürür. Demir attığı limanda yükünü boşalttıktan sonra, şilepte çalışan denizcilerden biri unutulan şarap kolisi kaldı mı diye denetlemek üzere soğuk hava deposuna girer. Onun içerde olduğunu fark etmeyen başka bir denizci ise kapıyı dışardan kapatır.

Soğuk hava deposunda mahsur kalan denizci, var gücüyle bağırır, çelik duvarları yumruklar, ama kimseye duyuramaz sesini. Çakısıyla içerden açmaya çalışır kapıyı, mümkün değildir. Boş şilep, yeni yükünü almak üzere Portekiz’e doğru yola çıkar.

Mahsur denizci, depoda açlıktan ölmeyecek kadar yiyecek bulur. Ama deponun dondurucu soğuğuna fazla dayanamayacağının bilincindedir. Kapıyı açamayan çakısıyla, çelik duvarlara kendisini bekleyen ölüm sürecini yazmaya, daha doğrusu kazımaya başlar. Günbegün, adeta bilimsel bir titizlikle soğuğun vücuduna önce uyuşturucu, sonra yavaş yavaş öldürücü etkilerini, el ve ayaklarının nasıl duyarsızlaştığını, donan burnunu ve buz gibi havanın dayanılmaz yakıcılığını anlatır.

Şilep Lizbon’a demir attığında, soğuk hava deposunun kapısını açan kaptan, zavallı denizcinin cesediyle karşılaşır. Duvarlara kazıdığı acılı sonunu okur ve kendisi de hayretten dona kalır.

Çünkü soğuk hava deposunun sıcaklığı 19 derecedir. İskoçya’ya götürdükleri Madura şarapları 18 derecede taşınmayı gerektirmiş, şilep yükünü boşalttıktan sonra soğutma sistemi zaten kapatılmış olup, kendi haline bırakılan deponun sıcaklığı bir derece de yükselmiştir.

Yani biçare denizci donarak ölmemiş, donduğunu sandığı ya da donacağına inandığı için ölmüştür.

(Kaynak: Bernard Werber, İzafi ve Mutlak Bilgi Ansiklopedisi)

*****

TEBESSÜM

O sevmez

Adam ölümcül bir hastalığa yakalanınca eşine sorar:

- Ben ölünce yeniden evlenecek misin?

- Evet.

- Onu benim kadar sevecek misin?

- Evet.

- Onu eve alacak mısın?

- Evet.

- Ona güzel yemekler yapacak mısın?

- Evet canım.

- Ona sarımsaklı yoğurtlu mantı da yapacak mısın?

- O mantı sevmez

*****

GÜNÜN SÖZÜ

Aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilirler.

Mevlana