Çoğu halk ozanının hayatı beni duygulandırmıştır. Ama içlerinden biri var ki, gözlerimi nemlendirir. 

Ah neyleyim gönül senin elinden 
Her zaman ağlarım gülemem gayrı 
Ben bıktım usandım elin dilinden
Terkettim sılayı gelemem gayrı...

Aradan kırk sekiz yıl geçti. Günümüz âşıkları bilmezler. O zaman cümle halk ozanlarıyla evimizde yatıracak kadar içli dışlıyız. Yurdun dört bir yanından Konya'ya gelen âşıkların gözleri iki arkadaşlarını aramıştı.  Bunlardan biri Kars'ın Posof ilçesi'nden Sabit Müdamî, diğeri, Adana'nın Ceyhan ilçesinden Mehmet Ali Ferrahî'ydi. İkisi de artık yalnız anıları ve eserleri ile yaşıyordu. Şeref Taşlıova'nın öncülüğünü yaptığı Karslı Âşıklar, bir bildiriyi kaleme alarak iki arkadaşlarının ölümünden duydukları üzüntüyü dile getiriyorlardı. 

Âşık Ferahi, 1969 yılının 22 nisan günü aramızdan ayrılmıştı. Aynı yıl yapılan Konya Âşıklar Bayramı'na babasını temsilen dokuz yaşındaki kızı Emine gelmişti. Emine babasının türkülerini söylerken salondaki dinleyiciler ve Ferrahî'nin yoldaşı âşıklar gözyaşlarını tutamıyorlardı:
...
Ey Ferrahî, yandım yar ateşine
Neler gelir gariplerin başına
Ağlayarak geline mezar taşıma
Uyanıp da sana gülemem gayrı."
Babası hayattayken de Emine babasının kolu kanadı, sesiydi. Ferahi saz çalar, Emine'si türküsünü söylerdi: 
«Hasta gönlüm divanedir, durmuyor
Dünya hiç kimseye kalmamış, deyin
Bu dert bana asla aman vermiyor
Ağlamış, gözünü silmemiş deyin...»

Bilmeyenler dertli bir türkü sanır, derdini türküye eş eder dinler ferahlardı. Ama Ferrahî'yi tanıyanlar, onun öyküsünü ve niçin türkülerini kızının söylediğini bilenler de göz yaşlarını tutamazlar, dertli arkadaşlarının derdine yanarlardı. 
Ferrahî'nin dramını şimdi başa saralım ki, arkadaşları niçin gözyaşı dökerlermiş, anlaşılsın. 

Âşık Ferrahî'nin babası Mustafa Ergat, 1910'lu yıllarda, Siirt'in Eruh Kazası'nın Kever Köyü'nden, Adana'nın Ceyhan Kazası'nın Kurtkulağı Köyü'ne gelerek yerleşmiş. Mustafa Ergat, bu köyde  kendini sevdirmiş. Köyün zenginlerinden İbrahim Koruklu'nun himayesiyle, önce Ceyhan'da mahalle bekçisi olmuş. Bir süre sonra da Ceyhan'ın Küçük Mangıt Köyü'nden bir kızla evlenmiş. Ama eşi çok yaşamamış. Bu kez yine İbrahim Korukçu'nun yardımıyla, Ceyhan'ın Kıvrıklı Köyü'nden Osman Metin (Çingil Osman) in bacısı Emine ile evlenmiş.  

Mustafa Ergat'ın bu evlilikten, 1934 yılında ileride Ferrahî olacak olan Mehmet Ali doğmuş. Bir de kız kardeşi olmuş. Mustafa Ergat yine İbrahim Ağa'nın aracılığı ile bu kez Ceyhan'ın tütün kolcusu olmuş.  Bu görev ona saygınlık, çevre ve ün kazandırmış. Kazandırmış ama, Felek Mustafa'ya yar olmamış. Görevini ödünsüz yapmaya kalkınca, olanlar olmuş. Bu günü kadar elinden tutan, yükselmesini sağlayan İbrahim Koruklu'nun adamlarını, kaçak tütün satarlarken yakalamış. Ağa'ya ihanet ettiği için öyle bir dayak yemiş ki, bu dayak sonucu delirmiş. Evini, barkını, çoluğunu, çocuğunu unutup çekmiş gitmiş. Gidiş o gidiş. Nereye gittiğini nerede ne zaman öldüğünü kimseler bilmemiş. 
Gelelim Mehmet Ali'ye. Yani bizim Ferrahî'ye. Babası çıldırıp ortadan kaybolduktan kısa bir süre sonra üzüntüye dayanamayarak annesi de ölmüş. Dayısı Osman Metin, yedi, sekiz yaşlarında Mehmet Ali'yi ve bacısını yanına almış. Mehmet Ali, aynı köyde, Halil Turan'a besleme olarak vermiş. Mehmet Ali uzun süre bu kapıda çobanlık yapmış. Eli ayağı iş tutmaya başlamış. Bu durumu gören dayısı, tekrar yanına almış. Bu arada kız kardeşi de gelin gitmiş. Yalnız kalan Mehmet Ali, köyün sığırlarını güdüyor, traktör sürüyor, ekmeğini kazanıyormuş. 

Mehmet Ali'nin nasıl Ferahi olduğunu merak edenleri bekletmeyelim. Her aşığı, âşıklık yoluna düşüren bir rüya motifi vardır. Çoban Mehmet Ali de henüz oniki yaşlarındayken rüyasında bir kız görmüş ve ona âşık olmuş. Kız köyün ağasının kızıymış Adı Emine'ymiş. Ferrahî'nin bu platonik aşkından kızın haberi bile olmamış. Fakirin yanıp tutuştuğunu kimse önemsememiş.  Budala kendi kendine gelin güveyi oluyor, demişler.
Sevgili okuyucular, Ferrahi'nin çobanlık yaparken nasıl dilinin bağının çözüldüğünü ve okuma yazma öğrendiğini ve asker ocağı serüvenini yarın yazacağım.