Hemen her gün İstanbul'un bir köşesinde şiir toplantıları yapılıyor. Elbette bu etkinliği ciddiye alan ve düzeyli yürüten arkadaşlarımız var. Ama bu toplantılara katılıp umduğu ilgiyi görmemiş pek çok kişinin, ertesi hafta bir yerde şiir günü düzenlemeye kalkıştığı da oluyor. Şiir bilmesine, şiir okumasına, bir usta yanında yetişmesine gerek yok. Kudretten sürmeli, Allah'tan vergili şairler pek çoğu...  Allah verdimi mi veriyor, bir gecede kırk elli, şiir bile yazıyor ve en tazesiyle şiir toplantılarını koştura koştura gidiyorlar. Hatta çoğu yolda gelirken yazıveriyor.  Keller sağırlar bir birini ağırlar gibi, sırası gelen heyecanla görevini yapıyor. Kimse kimseyi dinlemiyor, yalnızca sıranın kendisine geleceği zamana odaklanıyor. Sırasını savan da bir yolunu bulup salondan kaçıveriyor ki, başka bir toplantıya yetişsin. 

Ben de bu girdaba kendimi kaptırıp kırk beş yıl Kadıköy Kültür'den Pera Palas'a, Türk Dünyası Vakfı'ndan Basın Müzesi'ne kadar pek çok platformlarda hasbelkader şiir günü düzenleyicisi oldum. 

İkinci aşaması, bin - iki bin lira temin edip bir kitap bastırabilmek.  Elbette isteyen istediğini yapabilir. Mutlu oluyorsa niçin yapmasın? Kitapla birlikte kartvizitlerini de yeniliyor. Şair, yazar sıfatlarını ekleyiveriyor. Ne kadar kolay değil mi? Kimi hızını alamayıp bir sıfat daha ekliyorlar: Gazeteci...  Alan razı, satan razı, bir engel mi var? Hiç bir engel yok. 

Bir başka aşama şöyle: Bu kitapları fuar, okul, sergi,  imza günü gibi ortamlarda zorla satınca, gençlerimize, öğrencilerimize verince, durum biraz farklı oluyor. Alanlar, "aaa! Şiir bu muymuş, bunu ben de yazarım, diyor. Bir günde onlar da şair oluveriyorlar. 

Sonra bir yakınma başlıyor. Edebiyat türleri içinde şiir bitti, yargısı yaygınlaşıyor. Yayınevleri şiir kitaplarını basmıyor. Şiir kitapları para verilip alınan kitaplar arasında bulunmuyor. 

Bu kadar iğneyi kendime batırdıktan sonra bir kaç gün sürecek olan konuma gireyim: 

Daha önce de yazdığım oldu. Bu programlarda sıkça karşılaştığım ve cevabını vermekte zorlandığım soru, şiirini okuyan arkadaşlarımın "Nasıl buldunuz?" sorusu. O kalabalığın, ortamın içinde ne diyebilirim.  Özel bir zamanda ve ortamda sorulsa, artısını, eksisini kendimce aklımın yettiğince söyleyeceğim, tavsiyelerde bulunacağım. Ama ille de topluluk önünde söylemem istenir. 

Şiir ve şair hakkında düşüncelerimi zaman zaman yazıyorum. Ama, yanlış, ama doğru şiirden ne anladığını "Şiirlerle Yaşamak" kitabımın ilk yazısında açıklamıştım. Kimileri üzüldüler, kimileri beğendi, şiirin manifestosu diyenler de oldu. Bu görüşlerimi tekrar edeceğim. Daha önce benzerlerini okuyanlar beni affetsinler. 

Şiir, edebiyatın, dilin doğuşuyla beraber ortaya çıkan bir türü. Şiirin binlerce tanımı var. Sözlükler, "Zengin imgelerle, ritimli sözlerle, seslerin uyumlu kullanımıyla ortaya çıkan yazınsal anlatım biçimi" diye tanımlıyorlar. Bu tanımda düşünce ve yürek coşkusunun noksan olduğunu söyleyebilirsiniz. Gerçek bir tanıma ulaşmak olanaksız. 

Her şiirin tanımını beraberinde getirdiğini söyleyebiliriz. Melih Cevdet Anday "Çıkar yol, şiiri tanımlamaktan vazgeçmektir. Tanım akıl işidir, şiir ise akıl dışıdır." diyor. Bu sözlerde bile bir tanım var. 

Valéry'ye göre, gerçek şiirin, asıl sanat eserinin kendi varlığından başka bir amacı yoktur. Kendisinde başlar, kendisinde biter. Bütün soyluluğu da buradan gelir. 

Özdemir Asaf'ın şu sözü bir gözlemin anlatımıdır: "Her insanın bir öyküsü vardır, ama her insanın bir şiiri yoktur" Sait Faik'de şöyle söylüyor: "Şiir olmayan yerde insan sevgisi de olmaz. İnsanı insana ancak şiir sevdirir. Şiir, insanı insana yaklaştıran şeydir." 

Şiir nedir? Bir yazı türü mü? Bir kafiyeler dizisi mi? Yoksa yazıların düzenli, uygun adımlarla söylenen bir marş gibi askerce yazılışı mı? Yoksa bir hazan yaprağının rüzgâr önünde savruluşu mu?