Size acıklı bir hikâye aktardıktan sonra sözü yine güle bağlayayım:

Balasını askere uğurlamadan kısa bir süre önce evlendirmişti. Şimdi gelini ile birlikte asker yolu gözler olmuşlardı. Birkaç yıl sonra savaşın bittiği haberi geldi. Gelini ile birlikte sevinmiş, oğulun sılaya dönüş gününü bekler olmuşlardı. Nihayet dönüş tarihi belli oldu. İstasyona oğlunu karşılamaya giderken, gelinine “Gelinim, can kızım, sen hazırlıkları gör,” dedi.

Yaşlı kadın İstasyona gitti. Bir tren geldi, inenler arasında balasını göremedi. İkinci treni beklemeye başladı. Vakit akşam oldu. O tren de gelip gitti. Oğul yoktu. Umudu tükenmiş, boynu bükük evinin yolunu tuttu.

Eve geldiğinde kapının önünde bir çift erkek ayakkabısı gördü. Oğlunun yatak odasında, gelinin yanında bir erkek vardı. Bu bir namus meselesiydi. Tüfeği kaptığı gibi odaya daldı. Pat.. pat ... Pat! Oda kan gölüne dönerken, bir çığlık neredeyse Palandöken dağlarından yankılanacaktı:

“Ana ne yaptın o senin oğlun!” Meğer balası ilk trenle gelmiş, yaşlı kadın kalabalıkta onu seçememişti. İki saat önce gelen delikanlı evine koşmuş, kırk günlük evliyken bıraktığı karısıyla özlem gidermekteydi. O günden sonra, aklını yitiren yaşlı kadın, kendini dağlara taşlara vurdu. Oğlunun kan rengi kırmızı gülleri yola yola feryadı ediyor, dinleyenler gözyaşını tutamıyordu:

“Kırmızı gül demet demet

Sevda değil bir alamet

Gitti gelmez ol muhannet

Şol Revan’da balam galdı”

Anadolu’da yaşayan tıp folkloruna göre, gül şifa veren bitkiler ve kozmetik ürünleri içinde de yer alıyor. Bülbül yerine eller sürünse de, gül yağı ve gül suyu insanlık için gülden bir armağan...

Çağlar boyu düğün ve vuslat yataklarına gül yaprakları serpilmiş, gül döşenmiş. Kitaplarımızın arasındaki gülkurusu yaprakları mutlu çağrışımlara neden olmuş. Şekerli gül tatlıları gülbeşeker adıyla anılmış. Kırmızıya gülgun, pembeye çalanına gül-i suri, sarı-kırmızı olanına gül-i rana, laleye gülriz adını koymuşuz. Aslında farkında olmadan bir gül uygarlığında yaşamaktayız.

Halk hikâyelerinde güllü isimler yaygın. Güllü Han ile Melikşah, Mahi ile Gülşah, Hüsrev ile Gülruh, Gül ile Sitemkâr hikâyelerinde olduğu gibi.

Dilimizdeki güllü deyimlerden söz ettik. İyi babalar ailelerine gül gibi bakar, mutlu ve geçim sıkıntısı çekmeyen aileler gül gibi geçinip gider ve çocuklarını el bebek gül bebek büyütürler. Kız çocuklarına güzel olsunlar diye güllü adlar verilir ki sayıları yüzü geçer. İşte bunlardan bir kaçı: Ağgül, Asigül, Aygül, Ayşegül, Badegül, Bağdagül, Bahtıgül, Birgül, Destegül, Esengül, Ergül, Gelengül, Goncagül, Güldalı, Güldane, Gülizar, Gül, Gülcan, Gülfidan, Gülnaz, Gülfidan, Gülkız, Gülsema, Gülfem, Gülfer, Güller, Gülser, Güleser, Gülseren, Gülay, Gülşah ve niceleri...

İstanbul’da çiçek adı taşıyan yüzlerce sokak adı arasında belki yüze yakın “gül” le başlayan sokak adına rastlarsınız.

İnsan ömrü ile goncanın ömrü arasında bir benzerlik kurarlar. İkisi de kısa. Sabahleyin esen rüzgâr, goncanın ömrüne son verir. Gonca da insan gibi ömrünün nasıl gelip geçtiğini anlamaz.

Rengi, şekli, kokusu, dikenleri ve kısa ömürlü oluşu dolayısıyla bir yığın teşbihe konu olan kırmızı gül, ateşe, ya da ateş güle benzetilir. Nemrut’un İbrahim Peygamberi mancınıkla içine attığı ateşin Tanrı’nın emriyle gül bahçesine dönüştüğü anlatılır.

Doğanın en zarif ve nazik çiçeği olarak kabul edebileceğimiz güle bazı yörelerde menekşe deniliyor. Kırıkkale türküsünün “Menevşe koymuşlar gülün adını” demesinin nedeni bu.