"Beni de alın ne olur koynunuza hâtıralar / Dolanıp kalayım bir an boynunuza hâtıralar / Yeriniz ne, yurdunuz ne benden böyle korkunuz ne / Duyuyorum sesinizi bâzan derin bir kuyudan / Dinliyorum uzakları kalkıp derin bir uykudan / Beni de alın ne olur kolunuza hâtıralar / Bu ömür tükenecek yolunuza hâtıralar." 

Bu şiir Bâki Süha Ediboğlu'nun. Size şairini anlatmayacağım. Bu şiirin duygu yoğunluğunu bütün benliğinde hissederek, adeta ruhunu özdeşleştirip harmanlayarak hisarbuselik makamında besteleyen Selahattin Pınar'dan söz edeceğim. Daha doğrusu büyük bestekârla Türk tiyatrosunun ilk kadın oyuncusu Afife Jale'nin aşklarından birkaç satır başı açacağım. 
Selahattin Pınar, 1902'de Denizli'de doğdu. Zengin, eşraf çocuğuydu. "Sen çalgıcı olamazsın" diyen ailesinin baskısına rağmen, ceketini alıp, musikinin gül dikenli yollarına düştü.

1902 doğumlu Afife, Müslüman kadınların sahneye çıkmalarının yasak olmasına karşın, 16 yaşında öğrenci olarak Darulbedai'ye başvurdu.  Babası Hidayet Bey karşıydı. Kızına nasihat etti. Fayda etmedi. Şiddete başvurdu, fayda etmedi.  Sonunda "Benim Afife diye bir kızım yok' diye gürledi. Zaten Afife artık sahnede, 'Jale' adını kullanıyordu. Sanatı için baba evini terk etti...
Ve bir bahar günü Kuşdili Çayırında... Hafız Burhan konserinde karşılaştılar. Selahattin Pınar, üstadın arkasında tambur çalıyordu. Nicedir saz salonlarının en sevilen besteci ve icracılarındandı. Afife Jale ise Darulbedai'de sahneye çıkıp 'Tiyatrodaki ilk Müslüman kadın oyuncu' olarak tarihe geçmiş, ancak tiyatro zaptiye tarafından basılınca kapı önüne konulmuştu... İşsiz, sahnesiz ve kimsesizdi. Acısını yatıştırıcı haplarla dindirmeye çalışıyordu. 

İkisi de 25 yaşındaydı. Bir birbirlerine delicesine âşık oldular ve evlendiler. Yaşadıkları acıları bal eylediler. En küçük güzellikten büyük bir mutluluk sarayı inşa ettiler. Yerine göre saklambaç oynadılar. Bahçede enginar yetiştirip yarıştılar. 'Bir çocuk resmi' kıvamında şiirler yazdılar. Selahattin çaldı, Afife dinledi. Ancak güzel günler uzun sürmedi. 

Afife, tiyatrosuz yaşayamıyordu ve tiyatronun boşluğunu uyuşturucularla dolduruyordu. Suriyeli bir eczacı onu morfine alıştırmıştı. Selahattin Pınar, bir gün eşinin öğle uykusu için çekildiği odanın anahtar deliğinden içeri baktığında, damarına morfin şırınga ettiğini gördü ve çöktü. Afife morfin alabilmek için eczacıyla ilişkiye girmişti. Selahattin Afife Jale'ye öfkeden çok, merhamet duyuyordu. Onu hayata döndürebilmek için çırpındı. Acısını yaptığı bestelere döktü, döktü, döktü...

Pınar, 6 ay sonra Afife Jale'yi terk etti. Şimdi ikisi için de en kötü yıllar başlıyordu. Afife, kimsesiz ve beş parasız, tenha parklarda yatıp kalkar, aşevlerinde karnını doyurur, ayrıldığı eşinin kendisinin ardından bestelediği şarkıları taş plaktan dinleyip ağlardı. 

Afife Jale, kimsesizliğin, terk edilmişliğin, yoksulluğun son durağı olan Balıklı Rum Hastanesi'nde bir deri bir kemik veda etti hayata... Ölümü gazetelere haber bile olmadı. Cenazesine 4 kişi katıldı. Mezar yeri de mektupları ve fotoğraflarıyla birlikte kaybolup gitti. Unutuldu.
Selahattin Pınar, Afife'nin ölümünün ardından kendini paraladı... Nice, hicran dolu besteye imza attı. Son katıldığı radyo programında 'Hatıralar' şarkısını seslendirdi;  'Beni de alın koynunuza hatıralar. / Dolanıp kalayım bir an boynunuza hatıralar..."

Selahattin Pınar, Atatürk`ün karşısında da tambur çalmış,  bestelediği eserleri önemli sanatçılar tarafından okunmaktaydı. Alkole bağımlı, içe dönük bir karaktere sahip olan Selahattin Pınar 6 Şubat 1960'da Todori'nin lokantasında, yanında söz yazarı Selim Aru olduğu halde, yemek yerken bir kalp krizi sonucu öldü. Ruhları şad olsun...