Garip ve vurdumduymaz bir toplum olduk…

Neredeyse her gün şehit veriyoruz…

Bazı günler daha çok bağrımız yanıyor, daha çok eve ateş düşüyor…

Çok değil, 3 gün önce aslan gibi 8 evladımızı uğurladık…

Türkiye savaşta değil ama 35 yıldır körpecik evlatlarımız, vatan hainlerinin kahpe kurşunlarına, kalleş tuzaklarına hedef oluyor…

Asıl üzücü olan ise şehit haberlerini olağan görmeye başladık…

Diziler bile reklam arasından sonra birkaç dakika geriye sarıp oynatılıyor.

Şehit haberi bir dizideki tekrar kadar yer bulamıyor.

45 saniye ana haberlerde yer alıyor… Bir dakika bile değil…

Sonra eğlencemiz devam ediyor, dizilere kaldığımız yerden izlemeye başlıyoruz…

Sabah kuşağındaki abuk sabuk evlenme veya yemek programları kadar gündem olamıyor.

Şarkı yarışmasına katılanları tek tek sayarız, Türk değer yargılarını yerle bir eden Palu ailesinin şeceresini çıkarırız…

Ama bir tek şehidin adını bile hatırlamayız…

Her şehir veya kasabanın değil, neredeyse her mahallenin bir veya birkaç şehidi var…

Ateş sadece düştüğü yeri yerle bir ediyor…

Şehit annesi, şehit babası, şehit eşi, şehit oğlu, şehit kızı, şehit kardeşi…

Bir ömür yas tutuyor, hep acısını yüreğinde taşıyor…

Biz ise sadece seyrediyoruz…

Film seyreder gibi diyeceğim ama o kadar bile hassasiyetimiz kalmadı…

İlk şehit haberi geldiğinde esip gürleriz, kanı yerde kalmayacak nutukları atarız…

Sosyal medyada siyah kurdeleler, Türk bayrakları paylaşırız…

Sonra nerede kalmıştık dercesine hayatımıza devam ederiz…

Şehit haberleri canımızı gerçekten yaksaydı…

Bedelli askerlik gündeme gelebilir miydi?

Hele hele bedelli askerlik sürekli hale getirilir miydi?

Parası olan keyif çatacak…

Parasız gariban canını verecek, ailesi yas tutacak…

Gerçekten bu işte bir gariplik yok mu?

*****

25 kuruşun hikayesi

Seferberliğin ilanıyla, Ayvalık’taki 9. Tümen’e bağlı 23. Alay, trenle Bandırma üzerinden Tekirdağ’a sevk edilecekti. 23. Alayın, Burhaniye’de bulunan bir piyade taburu, mesafenin daha kısa olacağı hesabıyla, Burhaniye–Edremit– Çanakkale yoluyla cepheye gidecekti. Bu tabur yürüyüşe geçmeden, geçecekleri yollara yakın köylere, haber salarak, köylülerden asker için yemek ve kalacak yer hazırlamaları istendi.

O yıllarda henüz bir köy olan Havran’a gelen çavuşlar, muhtardan kendilerine kaç kişilik, yemek ve yatak hazırlayabileceklerini sorar. Muhtar; “Burası büyük bir köydür. Sizin
taburun hepsini ağırlayabiliriz, yedirir içiririz. Merak etmeyin” der.

Havranlılar, bir tabur askeri doyuracak kadar yemek ve yatacak yer hazırlar.

Tabur komutanı, Edremit’in çok yakın olduğu ve çok daha büyük olduğunu düşünerek, Havran’a sadece bir bölük asker yollar.

Bölük komutanı sonrasını şöyle anlatır…

Askerleri evlere dağıttıktan sonra, sokaklarda dolaşmaya başladım. Yavaş yavaş evlerin ışıkları sönüyordu. Aydınlatma olmadığı için sokaklar zifiri karanlıktı. En son birkaç evde ışık kalmıştı. Onlar da sönünce ben de gidip yatacaktım. Sokakta, birden, iki büklüm, bastonuna dayanarak yürüyen, ihtiyar bir kadına rastladım. Aklıma çeşit çeşit şeyler geldi.

Kadına; “Nene, sen bu saatte sokakta ne arıyorsun?” diye sordum.

“Evlatlarımı arıyorum… Oğullarımı arıyorum…”

“Kim senin evlâtların?”

“Dün bana muhtar, askerler gelecek, sana da misafir etmen için dokuz evlat vereceğim, dediydi… Onlara yataklar hazırladım… Yemekler hazırladım… Gelmediler… Onları arıyorum…”

Bir tabura göre hazırlık yapan muhtar, bir bölük asker gelince, ağırlık olmasın diye, bu ihtiyar nineye, misafir etmesi için asker yollamamış. O yıllarda, kadınların hiçbir sosyal güvenceleri yoktu. Kimsesiz kadınlar, çok zor durumda kalıyorlar, çok zor geçiniyorlardı. Hiçbir gelirleri olmayan, bu yaşlı ve yoksul insanlar, bazen zeytinler silkildikten sonra gidip yerlerde kalan zeytinleri toplayarak, biraz gelir elde etmeye çalışıyorlardı. Bu nene de böyle birisi olduğu için, muhtar acımış, ona kimse göndermemişti. Ama nene büyük sevinç içinde dokuz kişilik yer ve yiyecek hazırlamıştı.

Nenenin çok üzüleceğini anladığımdan, ışıkları henüz sönmemiş bir eve gidip, daha yatmamış olan dokuz askeri neneyle birlikte yolladım… Kadıncağız nasıl sevindi bir görseniz…

Ertesi gün sabah erkenden bölüğü yol üzerinde topladım. Yoklamayı yaptıktan sonra, tam yürüyüş emri verecekken, yaşlı bir kadın, iki büklüm, bastonuna dayanarak elinde bir torba ile yanıma geldi. Akşam karşılaştığım nene idi.

“Kumandan oğlum, bu torbada, evdeki bütün zeytinleri ne varsa koydum. Üstüne de biraz çökeleğim vardı, onu koydum… Bunları benim asker oğullarıma yedir emi…”

Almasam, nenenin çok üzüleceğini anladığımdan, çavuşlardan birine işaret edip, elindeki torbayı aldırdım. Nene bu sefer, sevinç içinde, avucunda sımsıkı tuttuğu bir mendili açtı. İçinden tek bir yirmi beş kuruş çıktı. Bana uzattı.

“Kumandan oğlum… Biliyorum, çok az. Ama bütün param bu kadar… Bunu al, benim asker oğullarıma, hiç olmazsa bir çay içir, olur mu?”

Şaşırdım…

Biliyordum ki, nenenin başka parası yoktu… Bütün servetini getirmişti. Yirmi beş kuruşu aldım. Kaldırarak bölüğe gösterdim…

“Bölük… Bakın neneniz, size bütün servetini bağışladı… Bunu ona helâl ettirin!”

Yürüyüş emrini verdim... Nene arkamızdan el sallıyordu... Askerlerim o yirmi beş kuruşu helâl ettirdi… Yarısından çok fazlası Çanakkale’de şehit oldu…

*****

TEBESSÜM

Öldürdü mü?

Evine hırsız giren adam, hırsızı kovalar. O sırada silah sesleri duyulur. Ortalık karışır. Polis müdahale eder ve olay yatışır.

Muhabirin biri ev sahibine yaklaşır ve sorar:

- Hırsızın size ateş ettiği söyleniyor, doğru mu?

- Evet, 2 el ateş etti.

- Peki, sizi öldürdü mü?

*****

GÜNÜN SÖZÜ

Yufka yüreklilerle çetin yollar aşılmaz.

Nihal Atsız