Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın hafta sonu İstanbul'da katıldığı Şehir ve STK Zirvesi'nde çok önemli sözler sarfetti. Siyasetin gündemi, Bursa, Balıkesir ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanları'nın istifa edip etmeyeceğine kilitlendiği için o anlık sosyal medya değerlendirmelerinin dışına taşınamadı o sözler. Aslında çok önemliydi ve geleceğe dönük herkesin üzerine düşeni yerine getirmesi için de açılan bir alandı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, binalar büyüdükçe insanların yalnızlaştığından ve bireyselleştiğinden bahsettikten sonra şu çarpıcı cümleyi kurdu:

"Kadim şehirlerin en önemli güzelliği, ana karakterlerini kaybetmeden yeniyi bünyelerinde eritmesi, özlerinden katarak yeniden yoğurmasıdır. İstanbul bu açıdan gerçekten müstesna bir şehirdir. Ama biz bu şehrin kıymetini bilmedik, biz bu şehre ihanet ettik, hâlâ da ihanet ediyoruz, ben de bundan sorumluyum."

Evet, başta İstanbul olmak üzere, bütün şehirlerimize, doğamıza "beton ihaneti" yaşadık ve yaşamaya devam ediyoruz. Müteahhitlerin bitmek bilmeyen kâr hırsı ve beton iştahı, neredeyse tüm yerel yöneticileri teslim aldı. Bu sütunda defalarca "Meclis toplantılarının ana gündemi imar planı tadilatı olduğu sürece, şehirler hizmet yerine rant projelerine mahkûm oluyor" dediğimi çok net hatırlıyorum.

İstanbul, bu "müteahhit yağması"ndan en fazla payını alan şehirlerden. Nerede bir boş arazi görse, hemen oraya bir kule dikmek için kollarını sıvayan müteahhitlerin yolunu açmak için ne gerekiyorsa yapıldı. Hem de en hızlı şekilde. İtirazlara, tepkilere aldırmadan. Mahkeme kararları çiğnenerek, hukuk ayaklar altına alınarak...

Hukuka aykırı, yani kaçak yapılan binalar için yetkisini kullanan belediye başkanlarının, "inşaatı geciktirmek"ten dolayı tazminat cezalarına mahkûm edildiği bile olmadı mı?

* * *

İstanbul, ihanetin en acımasızını yaşadı ve betona teslim oldu. Sistem aslında 1987 yılında çıkarılan İmar Yasası'yla kuruldu. Şehri planlamakla görevli olan yerel yönetimler, imarını planlayacağı bölgedeki arazinin yüzde 40'ına kadar olan bölümüne el koyma hakkına sahip oldu.

Dededen, babadan kalmış veya kuş uçman kervan geçmezken ucuza aldığınız bir arazi kıymete binince anında devreye giren 18'inci madde. Belediye, 500 metrekarelik arazinize 18'inci madde uygulayıp 200 metrekaresini sizden alıyor. Sizin arsanızı isterse merkezi bir noktadan, bir kenar köşeye naklediyor. 18'inci madde ile topladığı arazileri birleştiriyor. Ardından Belediye Meclisi'nde alınan bir kararla satışa çıkarıyor. 

Zaten müteahhit yapacağı AVM'nin veya rezidansın maketini bile hazırlamış. Önce arazi satılıyor, ardından Belediye Meclisi yine toplanıp inşaat oranı ile kat yüksekliğini müteahhidin projesine göre artırılıyor. 

Bir vatandaşın dededen kalma ya da 40 yıl önce aldığı arsasına verilmeyen inşaat izni, ailemizin müteahhitine kolaylıkla veriliyor. Yol minimum genişlikte, yeşil alan "olmasa da olur", çocuk parkı "üç sokak ileride var", peki otopark "yol ne güne duruyor" mantığıyla yürüyor bu işler.

* * *

Bu işin partisi yok, zihniyet meselesi. Birbirine sınır, farklı partilerden belediye başkanlarının yönettiği iki ilçeden örnek verelim: Büyükçekmece Belediye Başkanı Hasan Akgün'ün birçok belediye arsası yanında Albatros'u satması da "beton lobisi"nin zaferidir, Esenyurt Belediye Başkanı Necmi Kadıoğlu'nun Haramidere yatağını bile beton kulelerle doldurması da... Esenyurt, son 10 yılda en fazla inşaatın yapıldığı, gelişigüzel kurulmuş şantiyelerdeki çadırlarda işçilerin yanarak öldüğü, yüksek gerilim hattının altında yapılan inşaatlarda binlerce volt elektriğe kapılıp can verenlerin olduğu, maketten yapılan konut satışlarıyla binlerce kişinin mağdur olduğu bir ilçe olarak geçecek tarihe...

Esenler'de büyük hızla süren kentsel dönüşümün komşu ilçe Bağcılar'da çok ağır kalması, Küçükçekmece'ye tanınan imar serbestliğinin Avcılar'dan esirgenmesi falan diye bu liste uzayıp gider.

"En masumu benim" diyen belediye başkanı bile, imar yasasının diğer avantajlarını kullanırken, kendisini mecbur kıldığı otoparkları yapmadığı, otopark yapımı için belediyenin hesabına ayrıca yatırılan parayı başka kaynaklarda kullandığı için "suçlu" çıkar...

* * *
İstanbul'a yapılan ihaneti elbette bu sütunun sınırlarına sığdırmak mümkün değil. Daha SİT alanlarında uygulanan "hülle"den, tarihi binalara yapılan ihanetten, Boğaz'da hülle ötesi hileyle yapılan yeni binalardan söz edemedik bile.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, "İstanbul'a ihanet ettik" derken, bu ihanetten kendisinin de sorumlu olduğunu söylerken, şehrin gerçek sahibi olan halka da bir pencere açtı. Şehre yapılan ihanete, herkes sessiz kaldı. Özellikle yerel medya bu konuda çok önemli bir misyon üstlenebilecekken, imar oyunlarından payına düşeni alma yarışına girdi.

Bundan sonra farklı bir süreç işlemeli ve hem halk, hem de medya şehire karşı işlenen suçlara sesini yükseltmeli...

Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu ihanet sürecini noktalamaya kararlıysa, işe müteahhitlerin yeni bina yapmasını yasaklamaktan başlayabilir. Kentsel dönüşüm dışında hiç bir yeni inşaat projesine izin verilmezse, ayak seslerini duyduğumuz depremde yaşanacak felaketin de önüne geçilebilir. Yeni inşaat izni verilmesin, İstanbul'un tüm sorunlu binaları 5 yıl içerisinde yenilenir ve yüz binlerce hayat kurtulur. İhanetin telafisi ancak böyle mümkün olur.