Toplumsal hafızamızda aydınlatılmayan o kadar çok "karmaşık" veya "karanlık" olay yaşadık ki, anlamını çözemediğimiz, sorumlusunu bulamadığımız ne varsa "dış güçler"e yükleyip kenara çekildik. Son dönemde dövizdeki artışın sorumlusu olarak da ilan ettiğimize, en yetkili ağızlar bile "Döviz oyunuyla bizi dize getiremezsiniz" diye meydanlarda yüksek perdeden posta koyduğuna göre, "dış güçler"i yabana atmamak lazım. Ben zaten atmıyor, hatta "sıradışı" gelişen ne varsa, bunun arkasındaki gücü bulma çabasına giriyordum. O gücün aradığı zemini oluşturup, etkisi altında kalarak istediği sonucu elde etmesini sağlayanları da bir kenara not ederek tabii. Çünkü, özellikle 2. Dünya Savaşı'nın ardından birçok "örtülü operasyon" yaşamış ülkemizde, içerideki "aldatılmışlar" olmadan, hiç bir karanlık operasyonun sıfır hata ile sonuca ulaşamayacağına inananlardanım.

Buna rağmen, yakın siyasi tarihimizde henüz aydınlığa kavuşmamış, peşine düşülmeyen, gündeme dahi getirilmeyen sırlar dünyasına ait olay var. Tarih objektif yazılmaya başlandığında tamamı olmasa da önemli bir bölümü bir şekilde aydınlığa kavuşacak elbette. Ama bugün ihtiyacımız olan dersi bize vermesi açısından geç kalmış olacak.

* * *

Türkiye, yıldırım hızıyla bir "seçim havası"na girdi. Her nasıl olduysa, bir tünele girer gibi tüm diğer olayları kenara bıraktık ve seçimi konuşmaya başladık. Sokaktaki vatandaş pek ilgilenmese de, tüm gazete ve televizyonların tek önemli gündemi var: 24 Haziran seçimlerinin sonucu ne olacak? Televizyonlarda yayınlanan abuk sabuk dizilerin veya yarışmaların saçmalıklarından kendisini uzak tutmak isteyenler, genellikle aynı yüzlerin benzer söylemlerini dinlemek için kumandalarında "haber" ağırlıklı kanalları tuşluyor. İşim gereği ben de kayıtsız kalmıyorum o programlara. Ama hiç de ufkumun genişlediğini, düşüncelerimin tazelendiğini, bakış açımda yeni boyutlara yol açtıklarını söyleyemem konuşmacıların. 

Gazeteci (!) muhatabının kendi bulunduğu cephede yer alıp almamasına göre takınıyor tavrını. Medya iklimindeki arazlardan dolayı, "Bu soruyu falancaya sorabilir misin" gibi incitici sorulara da muhatap oluyorlar. Medyanın ilk başlardaki "korumacı" tavrı, görüntünün çok nahoş olduğunun farkedilmesinden sonra biraz daha gevşedi ve yelpaze açılmaya başladı. Özellikle muhalefet kabul etmese de bir "denge" kurma çabası içerisine girildi. Bunun, muhalefetin "kapınızın önünde miting yaparım" tehdidinden ya da kamuoyu baskısından kaynaklanmadığını kabul edelim. Hatta, "Ne olur ne olmaz, seçimin sonrasında farklı bir tablo çıkarsa ortaya" tedbiri de değil. Türkiye'nin dışarıdan görüntüsünü bozmamak adına alınmış bir kararın sonucu olduğuna inanıyorum ben.

Muhalefetin "medya bizi görmezden geliyor" yakınması, başarısızlığına bahane olmamalı. AK Parti'nin kuruluşunda ve ilk seçime girişinin arefesinde kaç televizyon veya gazete yer veriyordu? Bir tek gazete vardı o dönem partiyi kuranlara sayfaları açan. O ekibin içerisinde yer alan birisi olarak AK Parti'ye ve özellikle Recep Tayyip Erdoğan'a uygulanan katı bir ambargoyu yakından gözlemledim. Bu avantajla iktidardaki DSP-ANAP-MHP koalisyonu yanında muhalefetteki DYP ve Genç Parti'nin "elitleri" yeni hükümet formülleri üzerine hesaplar yapıyordu. AK Parti seçimi kazandı, tek başına iktidar oldu ve birincisi çıktığı 7 Haziran'a kadar hiç sarsılmadı. Medyanın önemli bir bölümüne hakim olmasına rağmen geldi 7 Haziran'daki "koalisyon" dayatan tablo. Tamamen farklı bir iklimde gittiğimiz 1 Kasım seçimleriyle o sonucun tashih edilmesinde medya yine "etkisiz eleman" olarak yer aldı.
* * *
Bu seçimde farklı bir hava esiyor. Çıta yüksek, ille de yüzde 50+1 gerekiyor. Hatta, Recep Tayyip Erdoğan ve AK Parti, seçimin 2. tura kalmasını hiç arzu etmiyor. Meclis'te 300'ün çok üzerinde bir milletvekili sayısına sahip olmak için yoğun çaba var. Aksi taktirde, "seçim yorgunu" vatandaşın önüne bir kez daha sandığı koymak gerekecek.

Bunlar, demokrasinin cilveleri, tuzu, biberi. Geçmişte birbirine karşı en ağır cümleleri kurmuş siyasiler bugün aynı hedefte omuzdaşlık yaptığına göre, meydanlarda söylenen sözlerin çoğu 24 Haziran sonrasında unutulacak. Vaadler unutulur mu, seçmen takibini nasıl yapar orasını bilemem. 
Beni asıl ürküten, endişeye sevk eden konu başka.

Kendi varlığını iktidarın devamına bağlamış, daha doğrusu partinin gücünden güç alarak varlığını sürdüren bazı tiplerin "zehirli" dilleri gittikçe sivriliyor. Sandıktan ters bir sonuç çıkması halinde bunu kabullenmeyip, farklı aksiyonlara gireceklerine dair mesajlar paylaşanlar; siyasileri, taraftarlarını ve hatta iktidarın bazı uygulamalarını tenkid edenleri bile tehdit etme cüretini bulabiliyor kendilerinde.

Seçim standlarına saldırılar, sosyal medyada ya da sokakta seçim ortamını terörize edenler, çok zehirli tohumlar ekiyorlar toplumsal fay hattına. Öyle sıradan tipler olduğunu varsayıp "ısıracak it dişini göstermez" diye geçiştirilemeyecek şeylere şahit oluyoruz. Yaptıklarının cezasız kalması, temsil ettiklerini savundukları siyasetçilerden tepki görmemeleri sayesinde gittikçe pervasız bir hal alıyorlar. Siyasetçilerimizin "eleştiri bizi zenginleştirir" tavrını bugüne kadar hiç sergilemeyişleri de cesaret veriyor tabii.

Benim gördüğümü, görmesi gerekenlerin görmek istemediği bu güruhu, Türkiye'ye tuzaklar kurmak isteyen "dış güçler" de görmez umarım.