Bir hanımefendinin yırtınırcasına “sanat halk içindir, sanatçı toplumu aydınlatmalıdır” türünde haykırmalarına dayanamayarak kendimi tartışmanın ortasında buldum. İçinde yaşadığımız toplumun ve o toplumu oluşturan bireylerin çoğunluğunun klişe bir yaşama, fikirlere ve dünyaya sahip olduklarını bildiğimden pek girmek istemem bu tür tartışmalara. Üstelik genelde tartışmanın tarafları tartışmayı bakış açısı geliştirmek amacıyla değil de üstünlük kurmak için yaptıklarından dolayı azap verici bir süreçtir.

Klişe bir sorudur sanat sanat için mi, sanat toplum için mi sorusu. Öncelikle yanlış soruların doğru cevapları olmayacağı gerçeğini hiç unutmayalım. Birçok değişkenin olduğu bir olguyu açıklamak oldukça zor. Özellikle içeriğinde insan barındıran her durum sürekli bir değişkenlik, değişim halidir.  Sanatın sadece o sanatsal çalışmayı gerçekleştiren, üreten kişi için olduğunu ve başka kimseyi ilgilendirmediğini düşünüyorum. Sait Faik’in bir öyküsünde  “yazmasaydım çıldıracaktım” dediği gibi. Sanat eseri sanatçının “çıldırmamak” için aklının derinliklerindeki görüntüleri, sesleri, cümleleri, öyküleri somut hale getirmesidir. Ortaya konan her sanat eseri aslında bireylerin soyut düşünme yeteneğini geliştiren araçlardır. Soyut düşünme yeteneği gelişmemiş insanların toplumu bir yerlere götürmesi mümkün değildir.

Bir amaç, idioloji, beklenti uğruna yaratılan eser klişeleri, oto sansürü ve zorlamayı beraberinde getirir. Sanat şunun içindir dediğimiz anda otomatik olarak sınırı çizmişsiniz demektir; bu durum da kısırlaşmayı ve tekrarı ayrılmaz parçanız yapar. Oysa sanat sürekli bir devrim halidir. Asla durmamalı ve sınırları olmamalıdır. Hazırlanmış bir bilincin ve ya ruhun devrimin gerçekleşme anında yaşayacağı hazzı ve bu esnada yaratacağı eserlerden bizlerin alacağı tadı düşlemeye çalışın lütfen. Tekrar etmekte yarar var; sanat sadece onu gerçekleştiren içindir.

Sanat eseri soyut düşünme yetisini geliştirir. Sanatçı bu amaçla dahi yola çıksa bile aynı kısır döngünün içinde bulur kendini.  Kısaca sadece siz varsınız. Ancak içinize dönerek, özgürce üretiyorsanız yarattığınız sanat eserleri kalıcı olur. 

Elbette yaşamak istedikleriniz ya da hayalleriniz, gördükleriniz gerçek anlamda içinize “dert” olmuşsa üretebilirsiniz. Kısaca sanatın sağı, solu devrimcisi olmaz ve neyin sanat eseri sayılacağına zaman karar verir. Şöyle bir aklınızdan geçirin bir dönem izlediğiniz, gördüğünüz, okuduğunuz şaşalı sanat eserlerinden günümüze ne kaldı. İşte o kalanlar gerçek anlamda sanat eserleridir.

Derdiniz olmuş olanı doğru biçimde ifade etmeyi başarmışsanız eğer; sizin söyledikleriniz hiç ummadığınız kesimlerinde derdine çare olacaktır. Aslında öyle çok söylenecek var ki bu konularda sayfalar dolusu yazılabilir.

Galiba doğruya ulaşmanın en güzel yolu herkese aynı bakabilmekten geçiyor. İnsan olmak, insan olmaya çalışmak ve bu yolda yürümek kişiyi doğru üretime de yönlendiriyor.

Tabi sanatçının kişiliği ve tavrını da ele almamız gerekiyor. Aslında kişiliğini ve sanatını ayırmamız gerekiyor birbirinden. Kötü diye niteleyebileceğiniz bir insan muhteşem sanat eserleri verebilir bizlere. Ve onun kötü olması ürünlerini asla etkilememelidir.

Kısaca sanatçı söylemek zorunda olandır. Söylemese çıldırır. Kendine bile doğru biçimde anlatamıyorsa içinde akan ırmağı; o ırmaktan bir damla su alması mümkün değildir. Bizlere yani okurlarına geçen duygu da rengi, kokusu, kişiliği olmayan, anlamsızca akan bir ırmaktır.

Aslında sevmem bu tür tartışmaları. Genellikle isim vermek ve ya tanımlamaya çalışmak eserden aldığınız hazzı azaltır.  Ki burada da Nietzsche’yi anmak gerekiyor sanki; hani söylüyor ya  “Bu da dahil bütün genellemeler yanlıştır” diye.

Gerçekten öyledir. Bu da dahil bütün genellemeler yanlıştır.