Bazı şeyler vardır, en küçük lekeyi kaldırmaz. Halkımız "sinek küçük ama mide bulandırır" der. Bazen "leke" olmasa da, ortaya atılan bir şaibe, doğruluğu ispatlanmasa bile kurumları, şahısları ve mefhumları "güvensiz" hale getirir, insanları kendisinden uzaklaştırır.

Özellikle gönüllülük esasına dayalı yürüyen kurumlar ise şaibe ile büyük güç kaybeder. Bunun örneğini Kızılay'da yaşıyoruz.

1868'de "Osmanlı Yaralı ve Hasta Askerlere Yardım Cemiyeti" adıyla kurulan ve Cumhuriyet döneminde Mustafa Kemal Atatürk tarafından Kızılay adı verilen kurumumuz, son dönemde çeşitli tartışmalara konu oluyor.

Kızılay'ın Boğaz kıyısında kiraladığı yalının kirasından tutun da, yöneticilerin maaşlarının astronomik olduğuna kadar birçok iddia var. Zaman zaman başka iddialar da gündeme geliyor.

Kurumun en büyük kaynağı, vatandaşların ayni ve nakdi yardımları. Bağışlanan gayrimenkullerden elde edilen gelirler, Kızılay'ın ekonomik birikiminde önemli bir yer tutuyor.

Fakire, düşküne, garip gurabaya yardım en  kadim kültürlerimizin başında geliyor. Bu topraklarda avucunu açıp "Allah rızası için" diyen birine kayıtsız kalan insan sayısı çok azdır.

Kızılay her ne kadar kuruluşunda yaralı ve hasta askerlere yardım için  kurulmuş olsa da, daha sonra tüm afetlerde desteğe koşan ilk kurum olmuştur. Sürekli faaliyetlerinden biri ise kan bağışı toplamak ve ihtiyaç sahiplerine ulaştırılmasını sağlamak.

İllet hastalığa tutulana kadar ben de Kızılay'ın kan bağışçısıydım. Herhangi bir şekilde Çapa'ya yolum düştüğünde, Kızılay Kan Merkezi'ne uğrar kan bağışında bulunurdum. Hastalandıktan sonra zaman zaman kan almaya başlayınca, kan bağışının önemini bir kez daha gördüm.

Şimdi, teknoloji ve imkânların gelişmesiyle birlikte mobil kan alma merkezleri ile şehrin tüm meydanlarında boy gösteriyor Kızılay.

KAMPANYA İLGİ GÖRMEDİ

Peki, bu kadar lakırtıyı neden yaptım?

Ekim ayının son günlerinde başlayan Kızılay Haftası ülke genelinde çeşitli etkinliklerle kutlandı.

Kızılay Haftası münasebetiyle 5 yıldır yaşadığım ilçe olan Beykoz'da, “İyilik İçin Rekor Zamanı” sloganıyla bir kampanya düzenledi Kızılay. Elbette duyarsız kalmadım ve yakınlarımı kan bağışı yapmaya yönlendirdim.

Bağış yapmak için kampanyanın yapılacağı duyurulan Göksu Kasrı'na gitti yakınlarım. Orada, kampanyanın Kızılay'ın Beykoz (Avrasya) Şube Başkanı Saadettin Çay'a ait Quadraj Kafe Restoran'a alındığını öğrendiler. Aradaki mesafe nedeniyle kan bağışı yapmadan mecburen evlerine döndüler. Onca yolu da boşuna katetmiş oldular.

Kampanyanın ilk gününde sadece 26 ünite kan bağışı ile günü kapatmış en köklü yardım kuruluşlarımızın başında gelen Kızılay.

Bunda, sadece kampanyanın ilan edilen yerde yapılmaması değil, Kızılay Beykoz Şube Başkanı ile ilgili iddiaların da etkisi olduğu konuşuluyor ilçede.

İddiaya göre Beykoz Kızılay’ın pandemi döneminde 2,5 ay boyunca 65 yaş üstü ihtiyaç sahiplerine dağıttığı yemeklerin Şube Başkanı olan Sadettin Çay’ın sahibi olduğu Qadraj Kafe restoranda yapılarak faturalandırılmış. Bu iddia da vatandaşların tepkilerine yolaçmış.

Belki o yemekler başka yerde hazılansa daha yüksek maliyetler ortaya çıkacak. Ama Şube Başkanı'nın restoranında yapılıp faturalandırılması kuşku uyandırıyor. Dedik ya; sinek ufak ama mide bulandırır.

Gerek Kızılay Genel Merkezi, gerekse de şubeleri ile ilgili şaibelerin bir an önce giderilmesi gerekiyor. Vatandaşın güveni daha da sarsılırsa, bu başta kan bağışına, aynı zamanda ayni ve nakdi yardımlara da yansır.

ŞİKE DAVASINDA İLGİNÇ DİLEKÇE

Geçtiğimiz hafta, Fenerbahçe ile ilgili "Şike Davası" sonuçlandı. Kumpas davada tüm sanıklar beraat etti. Fenerbahçe'yi ve Türk futbolunu derinden sarsan 3 Temmuz süreci, böylelikle noktalanmış oldu. Bundan sonra Aziz Yıldırım ve davada yargılanan yöneticiler ile kulübün açacağı davalar gelecek ülke gündemine.

Hatırlanacak olursa, TFF yetkilileri tarafından UEFA'ya gönderilen bilgi yazıları neticesinde Fenerbahçe o yıl Avrupa kupalarına katılamamış, elindeki çok değerli oyuncuları yok pahasına başka takımlara satmak zorunda kalmıştı. Borsada uğradığı zarar ise bambaşka.

İşte, Cumhurbaşkanlığı'nın sitesinde bile "FETÖ kumpasları" arasında sayılan şike davasında ilginç birşey yaşandı.

Davanın açıldığı, Aziz Yıldırım ve bazı yöneticilere mahkûmiyet verildiği, ardından alınan "yeniden yargılama" kararıyla bile mahkemeye yapılmayan bir başvuru gerçekleşti.

Hazine ve Maliye Bakanlığı'nın Avukatı İstanbul Muhakemat Müdürlüğü adına davaya müdahil olmak için İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığı'na dilekçe verdi.

Bilindiği gibi "şike davası" daha doğrusu "şike kumpası" Fenerbahçe ile Trabzonspor'u karşı karşıya getirmişti. İki kulüp arasında onarılması imkansız yaralar açmıştı. Trabzonlular hâlâ o sezondan "kupamızın çalındığı sezon" diye söz ediyor.

Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak'ın da Trabzonsporlu olduğu biliniyor. Babası Sadık Albayrak da yılların kongre üyesidir ve zaman zaman Divan Kurulu toplantılarında takımın haklarının ateşli savunucusu olur.

Bakanlık avukatının şike davasına Fenerbahçe ve yöneticileri aleyhine müdahil olma talebinden Bakan Albayrak'ın haberi var mıydı? Eğer yoksa, bu da Berat Albayrak'ı zan altında bırakacak bir girişim değil mi?

Berat Albayrak, istifa etmekten vazgeçse de, Cumhurbaşkanı Erdoğan istifasını kabul etmeyip görevine dönmesini sağlasa da şike davasına verilen bu dilekçenin peşini bırakmamalı.

Dilekçede şike ve rüşvetle kamunun zarara uğratıldığı ileri sürülüyor ve zararın Aziz Yıldırım ile sanık yöneticilerden tazmin edilmesi talep ediliyor. Hazine ve Maliye Bakanlığı avukatlarının, Silivri'de devam eden FETÖ davalarına da aynı çerçevede müdahil olup, kamu zararının tazmini için müdahil olup olmayacağı ise merak ediliyor.
Davanın son aşamasında verilen "müdahillik" dilekçesi talimatını kimin verdiği bir an önce netleşmeli ve bu şaibe ortadan kaldırılmalı.
Tekrar ediyorum; sinek küçük ama mide bulandırır...