Hastanelerle ilgili fazla tecrübem yok. Ama bu sağlık sektörünü yakından takip etmediğim ya da özellikle devlet ve üniversite hastanelerinde neler olup bittiğini bilmediğim anlamına gelmez. 40 yılda bir de olsa benim de elbet işim düşüyor hastanelere. Bu ay da o "40 yılda bir" yaşanan olumsuzluk nedeniyle birkaç kez hastaneye gitmek zorunda kaldım. Malumunuz Türkiye'de endokrin uzmanı pek fazla yetişmiyor. Öğrendiğim kadarıyla tıbbın en meşakkatli bölümlerinden biriymiş, bu nedenle Hipokrat'a savaşta düşmanı bile olsa canını kurtarmak için elinden geleni yapacağına söz verenler bu branşı pek tercih etmiyor. Ülkenin tamamında özel hastaneler de dahil olmak üzere tamamı 3 bin kişiden oluşan bu insanlara, aynı diğer doktorlara davrandığımız gibi gözümüz gibi bakmalıyız.

HASTANE KADAR STERİL!

İşte bu ay işim düşen doktorlardan biri endokrinciydi. Endokrin doktoruna ulaşmak için önce başka bir bölümden randevu almanız gerekiyor. Eğer şanslıysanız bir hafta içinde, yok eğer doğuştan kör talih yakanızdan düşmüyorsa aşağı yukarı 11 ay sonraya randevu alabiliyorsunuz. İşte ben o şanslı azınlıktanım. Ama endokrinde yüzüme gülen şans sevk edildiğim MR'da pek işime yaramadı. Çünkü eksik çekilen MR yüzünden iki kez gece yarıları hastaneye gitmek zorunda kaldım. Olsun işim görüldü. Birkaç "ufak detay" dışında... "Hastane kadar steril" cümlesi bir tek bizim hastanelere uymuyor ki bunun en belirgin örneği son olarak gitmek zorunda kaldığım Şişli Etfal Hastanesi...

MR'DA BAŞKA ORGANİZMALAR

Hastanenin pisliğinden mi bahsedelim, oturamayacak kadar rengi dönmüş "deri" koltuklardan mı, kırık dökük bankolardan mı, doktorların bile karanlıkta kaldığı odalardan mı, hiç oksijen girmeyen, basık tavanlı koridorlar ve "açık" alanlardan mı, 70'lerden kalma sedyeler mi, tavanda elektrik aksamının aşağıya doğru bağırsak gibi sarkan kablolardan mı? Neyi yazacağımı, hangi konuya dikkat çekeceğimi hastanenin bahçesinden içeri girene kadar bilemedim. Maalesef ki bunlar sadece "ayrıntıymış". Çünkü MR cihazının bulunduğu oda sanki daha önce bir depoymuş da eşyaları bir kenara itip makineyi yerleştirmişler gibiydi. Üstelik hastanede çalışan tek MR cihazında da neredeyse organizmalar oluşmuştu. Daha da korkuncu hastaları aynı kağıt havlu üzerine yatırmalarıydı.

HANGİ HİJYEN?

Hastanelerde hijyen beklentisinden vazgeçeli çok oldu. İstinye Devlet Hastanesi, ardından Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nin sonra da Şişli Etfal Hastanesi'ni görünce hastane çalışanlarının temizlik anlayışının benim gibi olmadığını düşündüm. Sanırım yanılmadım. Çünkü aynı hastane yaklaşık 20 gün sonra yine aynı korkunç durumuyla ve pisliğiyle karşımdaydı. Muayene ücretinin eczacılar tarafından tahsil edilmesi, her ilaç yazdırmaya gittiğinizde tekrar tekrar karşınıza çıkan borç, aylar hatta yıllar sonraya verilen randevular gibi "sağlık devrimiyle" birlikte bu pis hastaneler de yıkılıp yeniden yapılsa belki bir nebze temiz olabilir... Ama bunun için her olumsuzluğa karşı gerçekten ülkesini ve bu topraklarda yaşayan insanları seven insanlar lazım ki sizin de bildiğiniz üzere kısa hatta, uzun vadede böyle bir olasılık akıldışı... Bu nedenle sağlıklı kalın.