Hava kapalı. Ruhumuz çoktan yoruldu. İçimizde dinmeyen bir uğultu var.

Hava kapalı. Bahar geldi saat sabah dokuz suları ama gökyüzünü kaplayan yağmur bulutları kış karanlığını anımsatıyor. İnsanın içini sıkan, bunaltan bir grilik var gökyüzünde. Öncesinde ev de kalıp, pencerenin önündeki koltuğunuzda tembellik yapıp ya da kitap okuyarak size evin huzurunu duyuracak  havalar şimdi büyük bir iç sıkıntısı yaratıyor.  Bizler durup dururken aklımızdan günleri on dörtlü bölümlere ayırıyoruz. Şu günden şu güne on dört gün geçti hasta değilmişim diyerek hesaplayıp hesaplayıp seviniyoruz; her gün yeni bir karantina başlatırken kendimize.

Belki de ömrümüzün en zor sınavlarından biri ile karşı karşıyayız. Zor bir sene geçireceğiz. Bir çok felaket peş peşe geliyor. Deprem, çekirgeler, salgın hastalık, kuraklık. Galiba her açıdan bizleri ve içinde yaşadığımız toplumu sınayacak bu olumsuzluklar.

Daha önceden izlemiş olduğumuz filmlerde gördüğümüz görüntüler gerçek olmuş gibi.  Eskiden ışıl ışıl, kalabalık, şehirlerarası yollarda açık hiçbir yer yok. Sadece benzin istasyonları çalışıyor, araç sayısı azalmış.  Sokaklarda, meydanlarda hala   insanlar var. Ülkenin büyük bir kesimine olayın ciddiyeti anlatılamadı. Uygulanmaya çalışılan önlemlerin ise yeterli olmadığını düşünüyorum.

İşyeri kapatılan, işe gitmeyen insanlar kendilerini sokağa attı. Sahiller doldu. Piknik alanları doldu. Sanırım insanları bu şekilde sokağa çıkmaya zorlayan içlerinde büyüyen ‘’yapacak bir şey bulamama’’ korkusu. Yani bir önceki yazımda bahsettiğim hazırlanmamış beyin/insan kişiliği. Okumayan, hiçbir tutkusu olmayan, hobisi, yeteneği olmayan insanlar içlerinde büyüyen sıkıntıyı ve korkuyu atmak için sokaklara döküldü. Bu insanlara ‘’ sokağa çıkarsan senin yüzünden çocukların, annen, baban, eşin, kardeşin ve daha bir çok insanın ölümüne neden olursun ‘’ dendi bunu bile ciddiye almadılar.

Hepimiz bu toplumda yaşamını sürdüren diğer bireyler için potansiyel tehlikeyiz. Bizim elimize bulaşan virüs kendimizi hasta etmese de dokunduğumuz bir yerden başkasına geçerek zincirleme bir salgını başlatabilir. Eğer bizler bu toplumun bireyiysek sadece kendimizden değil diğer insanlardan da sorumluyuz. Bu sorumluluk salgın ve karantina anlarında değil yaşadığımız her saniye için geçerlidir. Beni sokmayan yılan bin yaşasın dediğin anda seni sokacak olan yılan da bir yerlerde senin için hazırlanıyor demektir.

Mutlu anlarında kendini sorgulayan insan azdır. Sorgulama mutsuzluk, huzursuzluk anlarında gerçekleşir ve genelde geç kalınmış olur. Hazırlanmamış beyne öğüt yararsızdır diyor Mevlana. Maalesef bu coğrafya insanının ortak özelliği acı çekerek öğrenmesidir, hep böyle olmuş ve olmaya devam ediyor. Bu kısır döngüden çıkmanın tek yolu insanlara aldıkları kararların, yaptıkları eylemlerin bütün bir toplumu etkilediğini anlatmaktır.

Sokakta yaşayan çocuklara sahip çıkarak onlara barınacak yer, eğitim ve sağlık hizmeti veren kişi ya da kurumlar belki de sizin çocuğunuzun üç yıl sonra sokakta bıçaklanarak ölmesini engelliyor. Belki bıçaklanan çocuğunuzu aldığı burs ile maddi olanaksızlıkları aşıp okumuş doktor olmuş başka bir genç kurtaracak. Kısacası attığımız her adımla, yaptığımız her seçimle, verdiğimiz bursla, yaptığımız ya da yapmadığımız yardımlarla kendimizin, sevdiklerimizin ve diğer insanların yaşadığı dünyayı bizler yaratıyoruz.

İnsanın tek bir tane sınavı vardır özünde; iyi ya da kötü arasında seçim yapmak. Ya iyiliği seçersiniz ya da kötülüğü. Her ne kadar iki yanıtı varmış gibi görünse de aslında birçok birey ‘’tarafsızmış gibi’’ davranarak en büyük kötülüğü yaratıyorlar farkında değiller. Eylemsizlik de bazı durumlarda eylem kadar etkilidir ve hepimizin geleceğini şekillendirir.

Hava kapalı. Ruhumuz çoktan yoruldu. İçimizde dinmeyen bir uğultu var.