Gün geçmiyor ki hayvanlara saldırı, şiddet, dayak ve ya tecavüz haberi görüyoruz. Zaten yorgun olan aklımız iyice dağılıyor. Papağana eziyet edeni mi ararsınız, yiyecekle kandırdığı kediye tekme atanı mı izlersiniz? Durmuyorlar. Vahşet ve şiddet. İnsan kalmaya çalışıyoruz. Sadece insan kalmak için çabalıyoruz.

Mutsuzluğumuz artıyor. Dünya; insan hakları sıralamasını çocuk, hayvan, insan olarak yeniden tanımlarken bizim ülkemizde bizler her gün içimizi yakan görüntüler izliyoruz. Yapılarının yüksek yerlerine kuş evleri yapan, hayvanlar su içebilsin diye suluklar yapan insanlarla aynı toplumun insanları değilmişiz gibi. Sahi ne oldu o insanlara, nereye gittiler?
Huzursuzluğumuz artıyor. Sığınacak hiçbir yerimiz kalmamış gibi. Kötülük sanki pencerelerimizden, kapılarımızdan evimize sızıyor. Ne söyleyecek bir sözümüz kalmış, ne de kıpırdayacak halimiz. Donup kalmışız hayatın karşısında. Kötü bir rüya görüyoruz ve o rüyanın içinde sesimiz çıkmıyor. Bağırabilsek sanki rahatlayacağız bir parça. Ama bağıramıyoruz.
Umudumuz kalmadı. Belki en kötüsü bu duygu. Kişilerin kendi geçmişlerine duyduğu öfke şiddet olarak çıkıyor ortaya. Fark etmiyor; bu gün hayvana tekme atan kişi yarın teklifini kabul etmedi diye bir kadını öldürebiliyor. 

Kötülüğün; kötülükten ve öfkeden beslenen şiddetin sonu yoktur. Mutlaka kesişir yolunuz bir gün. Öfkeyi konuşmamız gerekiyor. Öfkeyi yaratan nedenleri. Çünkü şiddetin en önemli nedeni öfke. Bu tohum, nasıl ekildi bu insanların ruhuna?  Nasıl büyütüldü? Nasıl ve nereden besleniyor? Bu soruları soran insanların bir çoğunun aklına eğitim ve eğitimsizlik gelecek. Eğitim ve öğretimin birbirine karıştırıldığı ülkemde eğitimin aile ve toplum tarafından verildiğini, eğitilmiş bireylere öğretmenin çok kolay olduğunu belirtmekte fayda var. Eğitim bozulmuşsa bunun altında ailedeki ve toplumdaki çürümüşlük yatar.

Arsız şımarıklığın tavan yaptığı günlerdeyiz. Yorulduk artık başkaları yerine utanmaktan. Çürümüşlük her tarafımız sarıyor. İnsanlar ''eğitim ve öğretim'' diyerek topu hep başkalarına, devlete atmaya çalışıyor. Şu unutulmamalı eğitim daha doğrusu eğitimsizlik görsel medya ile uzun etkili bir zehir gibi akıtılıyor insanların içine. Varoluşunu tamamlamamış bireyler o camda ne görürse gerçek zannediyor. Kötü adam rolleriyle ünlenen Erol Taş'ın sokaklarda ne kadar dayak yediğini unutmayalım. 
Toplumsal kodlarımızı değiştiriyorlar. Labaratuara kapatılmış denekler gibiyiz. Gizli bir el, görmediğimiz birileri bilinç altında ne kadar birikmiş kötülük varsa ortaya çıkarmak için elinden geleni yapıyor. Üstelik ortaya çıkardığı bu kötülük bilinci ele geçiriyor. Hırsızlık sıradanlaştı, cinayet sıradanlaştı, şiddet gündelik hayatımıza hızla yayıldı. 

Gözlemlediğim ilginç bir durum da hayvan davranışlarının semt semt değiştiği. Merkezden uzaklaştıkça hayvanlar yaklaşmıyor yanınıza. Bahçelievler'de mama verdiğiniz hiçbir kedi ve ya köpek sizden kaçmayıp kendini sevdirirken komşusu Güngören'de hiçbir hayvan yanınıza yaklaşmıyor. Çağırdığınız anda kaçmaya başlıyor. Mamayı döküp uzaklaştıktan sonra gelip yiyor. Hemen anlıyorsunuz oralarda nasıl davranıldığını hayvanlara.

Hayvanlara sevgiyle yaklaştığınızda onlardan verdiğiniz sevginin kat ve katını alacağınızı bilin. Sizi gördüklerinde yaşadıkları sevinç, gösterdikleri sevgi ve güven inanın hepimize iyi gelir. Sevginin iyileştirici bir yanı hep vardır. Sevgi iyileştirir.
Yalnızlaşıyoruz. Çektiğimiz acı bizleri yalnızlaştırıyor. Ruhlarımız; ölümsüz dediğimiz yanımız yaralanıyor.  Tek isteğimiz insanlar, hayvanlar yani tüm canlılar acı çekmeden, dayak yemeden  huzur içinde yaşasınlar.