Adalet Bakanı Gül’ün “Bırakın adalet yerini bulsun, isterse kıyamet kopsun” sözünün altına muhtemelen herkes imzasını atar…

Doğru söze ne denir, yüzde bin haklı…

Ancak uygulamada adalet nerede, ona bakmak lazım…

Ülkemizin en sorunlu konularından biri adaletin tecelli etmemesi, başka bir deyişi ile adaletin yerini bulmamasıdır.

Hayatında bir kez olsun adliye kapısından giren kişi, koskoca saraylarda adaletin içinde bulunduğu içler acısı halini görmüştür.

Hele hele mahkeme kapısına düşenlerin, haklı oldukları olaylarda bile derdini anlatamayanların, davaları yıllarca sürenlerin durumu daha da vahim…

Şimdi yine yargıda reformdan bahsediliyor.

Bugüne kadar defalarca yargıda reform yapıldı, her seferinde birçok kanun değişti. Sonuç eskisinden beter oldu.

Yeni yapılacak reformda ne getirilecek de yılların birikimi olan sorunlar çözülecek?

Reformdan önce yargıda zihniyetin değişmesi şarttır.

Kanunlar, hukuki düzenlemeler yüzde yüz yeterli olmayabilir ama asıl sorun kanunların uygulanmasından kaynaklanıyor.

Aynı kanun, birine farklı, diğerine farklı uygulandığı için yargıdaki sorun kangren halini aldı.

Temel sorun kanunların eksikliği değil, kanunları uygulayan kişilerin yetersizliği veya dirayetsizliğidir…

Temel sorun yargının bağımsızlığıdır.

Toplumun büyük ekseriyetinde yargının bağımsız olmadığı kanaati var; maalesef bazı mahkeme kararları da bunu destekler mahiyette.

Vaktiyle anayasa hukukçusu bir milletvekili kendini savunmak için, “Herkes hâkim ve savcıları arıyor, bunlar olağan şeyler” demişti.

Bu tür şeyler olağan olmaktan çıkarılmalıdır. Hâkim ve savcıları siyasetten, siyasi müdahaleden yüzde yüz arındırmadıktan sonra dünyanın en adil kararı verilse de kimseyi memnun edemezler.

Yargı bağımsızlığının üstündeki şüpheleri oradan kaldırmak şarttır.

Yargı bağımsızlığı, kanunlarda yazmakla, Anayasa ile teminat altına almakla sağlanmaz.

Bunu ortaya koyacak siyasi irade ve de kanunları uygulayacak hâkim ve savcılar ile olur…

*****

Kadı hırsızdan yanaysa!

Çok eskilerde deri işi ile uğraşanlar derilerini balya haline getirip evlerinde depo ederlerdi.

Hâkimlerin yerine ‘kadı’ların görev yaptığı o tarihlerde adamın biri bütün derilerini evinde balyalar halinde muhafaza ediyordu. Kış şartları çok ağırdı ve her taraf karla kaplıydı.

Bir gece adamın evine hırsız girer, amacı ev sahibinin derilerini çalmaktır. Taşıyabileceği kadar deri balyasını kar üstünde sürükleyerek çeker evine götürür.

Ev sahibi uyandığında deri deposunun boşalmış olduğunu fark eder. Kar üzerindeki izleri takip ederek hırsızın evine kadar ulaşır ve kapısını çalar. Hırsız kapıyı açar ve gelene “Buyur ne istiyorsun?” der.

Derilerin sahibi, hırsıza; “Sen benim derilerimi çalmışsın” diye çıkışır ama hırsız yavuz çıkmıştır; “Hayır, ben senin derilerini filan çalmadım, iftira ediyorsun” der.

Deri sahibi, “Bak izler senin evine kadar geliyor, inkâr etme ve derilerimi ver, aksi halde kadıya gidip seni şikâyet edeceğim” diye çıkışır.

Hırsız da kendinden gayet emin biçimde “Kime şikâyet edersen et, ben deri falan çalmadım” deyince, deri sahibi kadının yolunu tutar.

Bu gören hırsız hemen giyinir ve adamdan önce yetişebilmek için kısa yollardan bir nefeste kadının huzuruna gelir.

Kadıya “Kadı efendi, ben birinin derilerini çaldım, kendisi şimdi yolda, beni sana şikâyete geliyor, beni bu işten kurtar” diyerek her şeyi anlatır.

Kadı, hırsıza “Ben senin işini hallederim ama bana para vermen lazım” diyerek rüşvet talep eder, hırsız da mecburen kabul eder. Kadı, hırsıza “Parayı minderin altına diz, arka kapıdan vız” diyerek hırsızın oradan uzaklaşmasını ister. Hırsız arka kapıdan çıkıp gider.

Çok geçmeden derilerin sahibi kadının huzuruna varıp her şeyi olduğu gibi anlatır. Kadı, hırsızı kurtarmak için bahane üretmek zorunda olduğundan deri sahibine “Senin deriler ham mıydı, işlenmiş miydi?” diye sorar.

Deri sahibi, kadıya “Derilerim hamdı Kadı efendi” der.

Kadı bir kitap açarak suçu ve verilmesi gereken cezayı incelemeye başlar. Biraz okumuş gibi yaptıktan sonra deri sahibine dönerek, “Senin deriler ham olduğundan hırsızı cezalandırmam mümkün değil, çünkü kanuna göre deri hırsızlığında suçun cezalandırılması için derilerin işlenmiş olması şartı aranıyor” der.

Bunu duyan deri sahibinin rengi kaçar ve kadıya “Kadı efendi, benim deriler işlenmemişti ama hepsi mazılı idi” der.

Kadı bu cevabı alınca hiddetlenir, çünkü hırsızı kurtarmak ve işi kılıfına uydurmak zorundadır. Deri sahibine elindeki kitabı göstererek, “Mazılı muzulu, işte hepsi burada yazılı” diyerek hiddetle bağırır ve adamı huzurundan kovar. Adam ensesini kaşıyarak kadının huzurunu terk eder. Hırsız da adalete hesap vermekten kurtulur.

*****

TEBESSÜM

Yüzük

Hâkim, sanığı sorguya çekiyordu:

- Demek yüzüğü çalmadın da yolda buldun?

- Evet efendim, yolda buldum. İnanmazsanız düşüren sahibine sorun.

- Peki, sahibinin kim olduğunu biliyordun da yüzüğü neden götürüp ona vermedin?

- Verecektim ama içindeki yazıyı okuyunca vazgeçtim.

- Ne yazıyordu yüzüğün içinde?

- Ebediyen seninim, yazısı vardı efendim.

*****

GÜNÜN SÖZÜ

Adalet yasama organı üyeleri tarafından ve kanunlarla kurulamaz. Adalet insanın ruhunun içerisindedir.

Walt Whitman