Gerçekten öyle. Ramazan manilerinin okunması ayın görülmesi ile başlar: “Gûş et sedayı bu gece, / Et merhabayı bu gece, / Benim devletli efendim; / Gördüler ayı bu gece.”

“Bu gece ayı gördüler?/ Yüzlerin yere sürdüler. / Donandı kandiller ile / Camiler ziynet buldular...”

Evet arkasından ramazan günleri ayrı ayrı manileşirdi:

“Haktan bize geldi ihsan, / Müşkil işler âsan, / Bu gecemiz ibtidadır, / Ey mâh-ı sultan merhaba...”

Ramazanın birinci gününden itibaren her gün iftarda, sahurda değişik konulara ilişkin maniler okunurdu. Ramazanın onbeşinden sonra, artık ayrılığın yaklaşmakta olduğu hissedilir. Onbeşinde askere baklava çıkarılırmış:

“Bu gece onaltı sayı, / Gidiyor ramazan ayı, / Yeniçeri padişahtan / Aldı bugün baklavayı.”

Bekçiye ve davulcuya bahşiş daha çok Ramazan’da veriliyor olmalı. Hemen bütün konuların arasından kibarca bahşiş isteği
görülüyor:

Avlu dibinde seslerim, / İbrişim
gömlek isterim, / İbrişim
gömlek olmazsa, / Telli bir çevre
isterim.
Güle geldim evinize, / Selâm
verdim cümlenize, / Bahşişimi
vermezseniz / Darılırım hepinize
Anadolu’nun hemen her yöresinde
az da olsa Ramazan okşaması
adı verilen mani geleneği
sürüyor. Evlerden verilecek hediyenin
ve paranın çok olması için
mani sözleri süsleniyor, muhatabı
övülüyor:
“Koşa koşa indim geldim /
Davulumu vurdum deldim / Hanenize
yeni geldim / Uyan beyim
güle boyan.
Evlerinin önü üzüm / Yaprakları
düzüm düzüm / Uyandın mı
iki gözüm / Uyan beyim güle
boyan.
Evlerinin önü tuttur / Dutun
yaprağı sıktır / Ağamın da gözü
toktur, / Uyan beyim güle
boyan.
Davulumun ucu tura / Kolum
şişti vura vura / Ahmet Bey hanesi
bura / Uyan beyim güle
boyan...”

Sahur manilerini çoğaltmamız mümkün. Ama biz yine bir Bektaşi fıkrası ile soluklanalım: Bektaşi bu ya! Oruç tutmazmış. Ama her gece sahura kalkarmış. Karısı demiş ki: “A efendi, oruç tutmuyoruz; ne diye bana zahmet verirsin, kendini de zahmete sokarsın. Neden sahura kalkarız ki?
Erenler: ”A kadınım“ demiş:
”Namaz kılmayız, oruç tutmayız. Bir de sahur yemezsek Müslümanlığımız nereden belli olacak? Eskiler derler ki, nakl-i küfür, küfür değildir. Hani benim dediğim gibi, “Bektaşi demiş ki, Gölpınarlı yazmış ki, filanca söylemiş ki” diye söylenen sözler adamı dinden çıkarmaz. İşte bunun için halkımız söylemek istediğini, Bektaşi’ye, Nasrettin Hoca’ya söyletmiş yüzyıllar boyu. “Nakl-i küfür, küfür değildir” fetvasına uymuşlar. Bektaşi’ye, Nasrettin Hoca’ya yükletmişler esprilerini. Allah var, onların da gıkı çıkmamış. Hoca’ya, Erenlere söz vermeden önce birkaç ramazan manisi okuyalım da, gözümüz doysun:

“Cümlesinin başı ekmek, Garip yiğit harcı keşkek Yağlı lokum, samsa, börek Sahur vakti yenilir tek tek. Muhallebi hoşça taam
Afiyetler olsun ağam Yağlı pirinç pilav ile, Ekşi aşa olmaz kelâm. Neler hak eylemiş yerde Aç güzün dünyayı gör de Sütlü aşa kardaş olur Yiyin nazik olur zerde. Hoş severler enginarı Renginde rengi sarı Etli kulak çorbasına Kullanırlar ekşi narı. Ye kebabı biberlice İç şerbeti amberlice Başka bir güzel taamdır Kadayıf da şekerlice. Güzeldir vişne hoşafı Şeker işi olsa safi Üzüm turşusunu sorarsın O dahi insana nafi...”

Manilerin tükeneceği yok. Biz yolumuzu Şehzadebaşı’na uğratmadan Nasrettin Hoca’nın bir hatırını soralım: Ramazan girmiş. Hoca demiş ki: “Bilmeyenler sorarlar. Hoca ayın kaçı derler. Ben de bilmem ayıp olur. İyisi mi bir çömlek alayım; her gün içine bir taş atarım, soran olursa sayar söylerim.”

Düşündüğünü yapmış. Yapmış ama, muzibin biri, haber almış bunu; gitmiş çömleğe bir avuç taş doldurmuş. Olacak bu ya, biri Hocaya: “Hoca” demiş. “Bugün ayın kaçı?” Hoca: “Vallahi bilmem ya, çömlek yanılmaz.” Gitmiş taşları boşaltıp saymaya başlamış. Bakmış yüz kırk beş. “Ay bu kadar sürmez ya” demiş. Dönmüş sorana: “Ay bugün yüz yirmi.” Soran: “Hoca!” demiş; “Hiç ay yüz yirmi olur mu?” Hoca: “Sen şükret bana” demiş. “Çömlek hesabına kalsaydı, bugün ayın yüz kırk beşiydi.