Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, İstanbul'u "sadık" arkadaşı Binali Yıldırım'dan başkasına emanet etmemeye kararlı olduğu aşikar. "Son başbakan" olarak tarihe geçen ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı gibi çok anlamlı bir görevi sürdüren Binali Yıldırım, İstanbul adaylığı için çalışmalarına başladı. TBMM Başkanı olarak pek boy göstermediği İstanbul'a Cuma günü gelerek Tuzla'daki evinde kaldı. Cuma namazını da Tuzla'da kıldı Binali Yıldırım. Çıkışta mahallenin çocuklarıyla çekilen fotoğraf, seçim çalışmalarının ilk karesiydi.

Yıldırım, Cumartesi günü yoğun bir mesai harcadı. İBB'nin "vekil başkanı" Mevlüt Uysal'la 6 saatlik bir görüşme gerçekleştirdi. Uysal'dan, İBB'nin projeleri, bütçesi yanında Belediye İktisadi Teşekkülleri'nin durumu, daire başkanlıkları dahil birçok konuda bilgi aldı Yıldırım. İlçeleri de masaya yatırdıkları ve Yıldırım'ın bazı ilçelerin üzerinde özenle durduğu da konuşuluyor. Dile kolay, 6 saatlik bir ikili görüşmeden söz ediyoruz. Zaman zaman bazı bürokratların da dosyalar ulaştırdığı, bilgiler aktardığı bir toplantı. 
Şimdi Binali Yıldırım, Recep Tayyip Erdoğan'ın "gözde şehri" İstanbul'da AK Parti iktidarını devam ettirmek için yarışa girecek. Kiminle yarışacağı henüz belli değil. Ama CHP'nin adayının ötesinde rakipleri olduğu kesin. Ahmet Hakan Coşkun, Abdülkadir Selvi, Nagihan Alçı gibi isimler gerçekten CHP kulislerinden sağlıklı bilgiler alıyorsa ve Ekrem İmamoğlu CHP'nin adayı olacaksa Binali Yıldırım'ın seçimi güle oynaya kazanacağını söyleyebiliriz. 

Her şeyden önce Binali Yıldırım'ın İstanbul'la ilgili bir hikayesi var. Ya Ekrem İmamoğlu'nun büyük farkı ne diğer ilçe belediye başkanlarından? 

* * *

Yıldırım'ı, rakibinden başka şeyler zorlar İstanbul'da. Şehrin "oy deposu" sayılan ilçelerindeki vatandaşlara gelen doğalgaz, elektrik ve su faturaları Yıldırım'ın en çetin rakibi olacak. İGDAŞ'ın, İSKİ'nin ve özel elektrik şirketlerinin "sayaç okuma bedeli", "iletim bedeli" gibi bindirmeleri, pazar, market etiketlerine yansıyan zamlarla, maaşa yansıyan oran arasındaki fark, yerel seçimlerdeki seçmen eğilimini tayin edici olacak gibi gözüküyor. Siyaseti sosyal medyadan ya da anketçilerden takip edenler için böyle olmayabilir. Ama sokaklarda, toplu ulaşım araçlarında, kahvehanelerde gördüklerim, duyduklarım böyle.

Binali Yıldırım, İstanbul'daki gücü her seçimde biraz daha azalan bir AK Parti adayı olarak MHP desteğiyle çıkacak sahneye. Taban da "ittifak"ı içine sindirirse tabii...

Saadet Partisi'nin "Yerel seçimde ittifak yok. Her yerde adayımızı çıkartacağız" açıklaması en fazla Binali Yıldırım'ın işine yarayacak. Tabii, bu arada AK Parti içerisindeki "çatal dilli" ve "çatlak sesli" bazı kifayetsiz muhterisleri susturmayı başarabilirlerse. Partide hasbelkader elde ettikleri yerlerini korumak için kendilerini "iman ölçer" yerine, hatta ve hatta Allah'ın sorgu melekleri yerine koyanların, Saadet Partisi seçmenini de MHP seçmenini de karşı safa itecektir. CHP'ye oy vermeseler bile Yıldırım'ın hanesine yazılmayacak her oy işi riske atacaktır.

* * *

Siz, tüm hayatını AK Parti'nin gücü elinde tutmasına göre şekillendirmiş ve bu sayede varlığını sürdürenlerin "mutlak zafer" nidalarına aldanmayın sakın. Aynı şey, vatandaşın ekonomik hoşnutsuzluğunu fırsata çevireceğine inanan CHP için de geçerli. Tarif ettiğim AK Partililer, iktidara göre kendisini konumlandıran medya organlarına çok fazla güveniyorlar. Bunlara, "devrin kaymağını yiyen" ve sadece "Erdoğan'ın karizmasından beslenen" kesim de diyebiliriz. Ya da, "Neden oylarımız düşüyor" diye düşünmeyecek kadar "kaygısız, kayıtsız" kesim...

Çünkü, iktidarın çevresinde konumlanmış medya organları sadece AK Parti'ye oy verenlere ulaşabiliyor ancak ve onlar tarafından satın alınıyor. Aynı şey, CHP cephesinde de var. AK Parti'ye hiç bir zaman oy vermemiş insanlara hitap ediyor CHP'nin muteber saydığı yayın organları. Karşı mahalleden gelecek yollara da hendek kazıyorlar.

Kendisini iktidarın gönüllü savunucusu sayan kalemlerin, sivri çıkışlarıyla AK Parti'ye oy vermeyen seçmenleri, "kesinlikle oy vermeyecek" seçmen haline getirdiği gibi, "muhalif medya" olarak bilinenler de karşı mahalleye hitap etmiyor. Kendi marjlarının dışında yer alan herkesi küçümseme, ötekileştirme Cumhur İttifakı cephesinin ekmeğine yağ sürüyor. Artık Türkiye'de "parti gazeteciliği"nin halkın gözünde hiç bir saygınlığı kalmadığını iki kesimin de görmesi gerekiyor. 

Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu seçimin mottosunun "gönül belediyeciliği" olacağını birkaç konuşmasında söyledi. Kentsel dönüşümdeki başarısızlık, müteahhitlerin yaktığı canlar, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile belediyelerin vatandaşın arazisine el koymak için ilan ettiği "rezerv konut alanı", "riskli alan" gibi kararların gönül kırgınlığını gidermek hiç kolay olmayacak. CHP adayı belirlenip, bunları keşfedene kadar Binali Yıldırım, kendisini bekleyen bu sorun ve sorulara makul cevaplar bulmayı başarırsa, fazla terlemeden "Erdoğan karizmasıyla" yine ipi göğüsler. Küskünleri de kazanabilirse tabii...