Yarın akşama kadar siyasetçilerin son hamlelerini izleyecek, son vaadlerini dinleyeceğiz. Zaten seçmen büyük oranda kararını verdi. "Kararsızım" diyenin de, oyunun rengini belli etmemek için böyle söylediği aşikar.

Hiç kimsenin de sandıktan çıkan bu tercihi kabul etmeme, eğip bükerek ters yüz etmeye yeltenmek gibi bir lüksü yok. Demokrasisinin beşiği sayılan Avrupa'dan bile daha eski seçim pratiğimiz var bizim. Kimsenin sandıktan çıkacak sonuca şaibe bulaştırmaya Türkiye'yi Esad'ın, Saddam'ın ya da bilmem hangi kabile reisinin yönettiği bir ülkeyle aynı ligde göstermeye hakkı yok.

Bugüne kadar meydan meydan dolaşan, medya organlarında derdini anlatmaya, seçmenin tercihini kendisinden yana yapması için çaba harcayan her siyasetçinin sandıktan çıkacak sonucu iyi okuması gerekiyor. Kaybeden "neden" diye sorgularken, kazanan da "Neden daha fazla oy alamadım" diye düşünmek zorunda. Çıta yüzde 50+1 ama daha güçlü bir şekilde işbaşına gelecek Cumhurbaşkanı'nın eli de aynı oranda güçlü olur...

İlk defa böyle bir seçime gidiyoruz. Hem geniş yetkiler kullanarak hızlı karar alma mekanizmasıyla ülkeyi yönetecek bir Cumhurbaşkanı seçeceğiz. Yasaların boşluk bıraktığı yerleri Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile doldurup, hızla kararlar alarak ülkeyi yönetecek seçilecek Cumhurbaşkanı. "Cumhurbaşkanı seçilenin partisi ile TBMM'de çoğunluğu elde eden parti farklı olursa ne olacak?" sorusu, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın koalisyona yeşil ışık yakmasıyla önemini yitirdi. Bir başka önemli ayrıntı da şu: TBMM ihtiyaç duyulan yasayı çıkarmasa da Cumhurbaşkanı'nın icraatları tıkanmayacak. İşini KHK ile yürütebilecek. KHK'nın yanlış ya da eksik olduğunu savunan siyasetçiye de "TBMM'de doğrusunu çıkarın o zaman" denilecek ve devletin işleri böyle yürüyecek.

* * *

Bu sütunu seçmenin oyunu yönlendirme niyetiyle doldurmadığımı, gözlemlerimi aktararak siyasetçilerin bundan istifade etmesi için çaba harcadığımı daha önce de zikretmiştim. Tekrar etme ihtiyacı duyuyorum, çünkü, hoşlanmadığı şeyleri duyanların ne kadar nobranlaştığına hepimiz şahit oluyoruz.

Hepsini göze alarak vatandaşlardan duyduğum ve makul bulduğum bazı önemli eksiklikleri aktarma mecburiyetinde hissediyorum kendimi. Ayrıca; "tekerlek kırıldıktan sonra yol gösteren"ler arasında yer almak da istemem.

Bir önceki yazımda AK Parti kadrolarının en büyük sorununun "muhafazakar küçük burjuva"ya dönüşmek olduğu tespitini yapmış, bu sorunu aşmanın zaman alacağını AK Parti, kendi döneminde yaygınlaşan "taşeron işçi sorununu" çözmek için kolları sıvadı geçtiğimiz yıl. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bu konuda bir taslak hazırladı, TBMM'de kurulan komisyonda çok tartışmalı oturumlar yapıldı. Ama orta yol bulunamadığı için yasa TBMM'ye gelmeden son anda çekildi ve OHAL kararnamesi ile çözme yoluna gidildi. Taşeronların yarısı düzenlemenin dışında kaldı. Kadroya geçenler de durumdan pek hoşnut gözükmüyor. Maaşlarının azaldığını, belli bir süre zam alamayacakları için daha fazla mağdur olacaklarını söylüyorlar. 

* * *

İkinci konu; 3600 katsayı meselesi. Daha önce çalıştığım gazetelerde de (özellikle polislere) 3600 katsayıyı savunan haberlere imza attığım için konuyu yakından biliyorum. Birçok polis memurunun, yıllardır "Önümüzde seçim var, belki 3600 katsayı verilir" diyerek emekliliğini ertelediğine şahidim. Ama 17-25 Aralık'ta polisin başrolde olması bu beklentiyi boşa çıkarmıştı.

15 Temmuz ihanetinde polisin verdiği başarılı sınav, teşkilatta yapılan FETÖ temizliği 3600 katsayının yolunu açtı. Cumhurbaşkanı Erdoğan polis, imam ve hemşirelere emekliliklerinde önemli avantaj sağlayacak düzenlemenin seçimden sonra yapılacağını müjdeledi. Düzenlemenin detayları belli olmamasına rağmen, lise mezunu polislerin 3600 katsayı düzenlemesinin dışında tutulacağı konuşuluyor. 

Hepimiz biliyoruz ki, lise mezunu polislerin büyük bölümü Anadolu'nun bağrından kopmuş, liseyi bitirdikten üniversiteyi kazanma umudu olmayan ya da ailesinin ekonomik durumu tahsilini sürdürmeye elverişli olmayanlardan oluşuyor. Yine biliyoruz ki; lise mezunu polisler arasından pek FETÖ'cü çıkmadı. 

Lise mezunu bir polis "Abi bizim içimizden FETÖ'cü çıkmadı. Çünkü biz zaten onların himayesine girseydik üniversiteye de girerdik, başka makamlara da gelirdik" dedi. Diğerleri de farklı düşünmüyor.

* * *

Emekliler arasındaki "emeklilik yılına göre oluşan maaş uçurumu" da iktidara tepkiye yolaçan faktörler arasında. İkisi de aynı süre ve miktarda prim ödemiş, aynı SGK kıdemine sahip olanların, farklı yıllarda emekli oldukları için "farklı" maaş almaları anlaşılabilir değil. 500-600 lirayı bulan bir maaş farkından söz ediyoruz. Bu da, AK Parti'nin eksik bıraktığı ve sandığı da eksik bırakacak bir faktör. En iyi AK Parti biliyor ki, seçmenin tercihi ekonomik dengeler negatife döndüğünde büyük değişimler gösterebiliyor. AK Parti'ye iktidarın yolunu açan ekonomik şartlar, Apo'nun yakalanmış olmasına rağmen 3 partiyi barajın altına itmiş, ikisini de siyaset tarihinin tozlu sayfalarına yollamıştı.

İki gün sonra "takke düşecek, kel görünecek". AK Parti istediğini alırsa sorun yok ama tam tersi olursa en başta Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın kurmaylarını ve bilgi kaynaklarını gözden geçirip, bazı kadrolarını yenilemesi kaçınılmaz olacak.

Ben duyduklarımı, gördüklerimi anlattım sadece. Elçiye zeval olmaz değil mi?