Toplum hafızası ülkeye ve kendisine dair olayları biriktirmek yerine, bir televizyon dizisindeki kahramanların lüzumsuz hikayeleriyle dolu olunca bu tür yazılar "boşluğa doğru" atılmış çığlıklar gibi kaybolup gidiyor. Tarihe not düşmek gibi bir sorumluluk duygusuna sahip olanların "kimse uyarmadı" kıvırmacasının önünü kesmek için bu çığlıkları atma görevi var. Bu yazı, gelecekte "Perşembe'nin gelişi Çarşamba'dan değil, daha Cuma'dan belliydi" diyebilmek için bir kenarda dursun.
Bölgemizde hassas gelişmeler var.
ABD'yi Ortadoğu'da koç başı, müttefiklerini de "yancı" olarak kullanan "küresel çete", Suriye'de hesapları tutturamadı ve Obama'nın son dönemlerinden itibaren başlattığı "manevra" ile durumu kurtarmaya çalışıyor.
Şaşırtıcı hatta akla-mantığa pek uygun görülmeyen şeyleri de "Trump'ın çılgınlığı ve uçukluğu" ile izah etmek gibi bir avantajları var nasılsa.
Ekonomik, askeri ve siyasi ayakları olan bir manevra bu. Büyük Ortadoğu Projesi'nin "nihai hedefi"nde sapma yok. Sadece yöntem değişikliği var. 
Bir yandan NATO'nun geleceği tartışılıyor. Öbür yandan Avrupa ordusu. AB'nin iki lokomotifi Almanya ve Fransa'nın ciddi ciddi dillendirdiği "Avrupa ordusu", aynı zamanda 2. Dünya Savaşı sonrası "kurtarıcı" rolüyle kıtada "racon" kesen ABD'den askeri bağımsızlık için düşünülmüş bir formül. Avrupa ordusunun kurulması demek, NATO'nun dolayısıyla ABD'nin Rusya'nın Batısındaki tüm askeri gücünü kaybetmesi anlamına geliyor.
Bu tartışmalar, AB ile ABD arasında tercih yapması gerekecek ülkelerde de siyasi değişime gebe. Bulgaristan'da süren protestoları da bu gelişmeler içerisinde değerlendirmek gerekir. Sırtını ABD'ye yaslamış, ama varlığını AB fonları sayesinde sürdüren Boyko Borisov hükümeti "yolsuzluklar" ve "hayat pahalılığı" konusunda hiç bir zaman başarılı olamadı. Eylemlerin zamanlaması bu açıdan çok önemli. Rusya, Hazar ve İran petrolü ile gazının Avrupa'ya geçiş güzergahında yer alan ülkeler bir tercihe zorlanıyor. ABD mi, AB mi? Rusya da eski arka bahçelerinden elini ayağını tamamen çekmiş değil.
Balkanlar'daki gelişmeleri bu açıdan iyi izlemek gerekiyor...

* * *

İngilizlerin, Osmanlı'ya karşı kurduğu "Vahhabi çetesi" de ABD eliyle farklı bir yörüngeye oturtuldu. Bir yandan "ılımlı İslam projesi"nin ihalesi üzerlerine bırakıldı, diğer yandan "Arap Ordusu" adı altında bir "Vahhabi ordusu" kurma hazırlıkları sürüyor. Suudi Arabistan'ın sadece ABD'den satın aldığı silahlar bölgeye sevk edilmiş olsa, nüfusun tamamının silahlanmış olması gerekiyor. ABD şimdilik, siparişi alıyor, parayı tahsil ediyor ama silahların tamamını teslim etmiyor. Ekonomisini de bu şekilde sürdürüyor. Sadece Suudi yönetiminden aldığı yaklaşık 400 milyar dolarlık kaynak, ABD'nin cari açığını azaltan önemli bir rakam.
Kurulması öngörülen "Arap Ordusu", Avrupa'nın çekilmesi halinde gücü zayıflayacak NATO ve ABD için önemli bir güç. Bu ordu, hem ABD'nin bölgedeki varlığı için "askeri kalkan" görevi görecek, hem de İsrail'in güvenliği için... Bir diğer ordu da "Kürt lejyonerler"le kuruluyor.
Kime karşı? Elbette İran'a ve İsrail yayılmacılığına karşı çıkan tüm dinamikler için. Önceden İsrail'in estirdiği devlet terörü ve işgallere yüksek perdeden karşı çıkan ve Filistinlilerin direnişini güçlendirecek hamleler yapan Kaddafi vardı, şimdi yok. İsrail ve Vahhabi çetesi karşısında askeri olarak tehlike oluşturan Saddam Hüseyin ile Irak vardı, şimdi yok. İran tek başına kaldı ve onun da bertaraf edilmesi için ilk adım "ambargo" ile atıldı. Devamı da "iç karışıklık" ile gelecek.
Türkiye, "şimdilik" muaf tutuldu bu ambargodan. İran'ın, Rusya ve Çin'le yapacağı ticaretinde "yerli para" kullanması formülüne Türkiye'nin de katılması, 1 dolarlık havalenin bile onayına ihtiyaç duyulan ABD'yi bölgesel ekonomide tamamen etkisiz bırakacaktı.

* * *

ABD ve "küresel çete"nin 1. Dünya Savaşı'nın "lejyoneri" Vahhabi çetesine yüklediği misyon bu kadarla sınırlı değil. Dünyadaki tüm "radikal İslâmi grupları" finanse eden Vahhabi çetesi, İslam ülkelerindeki "bağımsızlık" fikrini tamamen ortadan kaldırmak için "ılımlı İslâm" parolasıyla işe koyuldu bile. 

Bir yandan Muhammedî İslâm'ın yerine İngiliz kuklası Abdülvahhab'ın uyduruk dini "gerçek İslâm" olarak pazarlanıyor, diğer yandan toplumları bir arada tutan diğer değerler aşındırılıyor. 

Muhammedî İslâm yerine Abdülvahhab'ın uydurmalarını yerleştirmeye çalışanlar çok enteresandır ki, hep İngilizler tarafından korunmuş, kollanmış hatta çok özel imkanlara kavuşturulmuştur. 

Bunların bir bölümü kendilerini "seçilmiş" insan ilan etmiş, Mehdi ya da Mesihlik iddiasıyla geniş kitleleri etkilemiştir. Gördükleri gizli destekle de bulundukları topraklarda siyasi güç haline gelmiştir. Pakistan'dan Osmanlı topraklarına kadar İngilizlerin "deforme edilmiş İslâm" projesi ABD'nin "soğuk savaş" stratejisinin de en önemli dinamikleri olmuştur. Aynı organizasyonlar, bugün İslâm dünyasına kan ve kaos yaşatan BOP'un en hararetli savunucusu değil mi? ABD eliyle hilafetin geleceğine inanan ve "Benim hilafetim benden sonra 30 yıldır" hadis-i şerifine muhalefet edenlere iyi bakın, onları göreceksiniz.

Bir ara devam ederiz...