Dünya son asırı cephe savaşlarından önce "propaganda" savaşlarıyla geçirdi. Cephelerde çatışmalar dursa da, "algı yönetme savaşı" durmaksızın devam etti. İnsanların algıları yönetilerek toplumlar şekillendirildi, halklar birbirine düşürüldü, devleti yönetenler hiç kabullenemeyecek tavizler verdi vs.

Psikolojik savaşı en etkin ve iyi biçimde ilk kullanan İngilizlerdir. Daha düne kadar "İngilizler" diye adlandırdığımız ülkeyi ve mekanizmayı bugün "Birleşik Krallık" diye adlandırıp yazıp çizmemiz bile bu "algı yönetimi"nin ürünüdür.

İngilizler, 1914'te resmi bir hale getirdi bu işi ve "Savaş Propagandası Ofisi"ni kurdu. Osmanlı'ya ve müttefiki Almanlar'a karşı hayali suçlar isnat eden metinler yayınlamak üzere dönemin büyük yazarlarını kadrosuna kattı bu ofis. Arthur Conan Doyle, HG Wells veya Rudyard Kipling gibi okunan ve itibar eden isimleri kattılar kadrolarına. Bu yazarların "hayali" haberlerini geniş kitlelere aktarmak için kendi ülkelerindeki büyük gazetelerin patronlarını da maaşa bağladılar. 
İngilizler, algı yönetiminin ve propagandanın işe yaradığını 1938'de Osmanlı'dan elde ettikleri sonsuz ticaret imtiyazları döneminde de test etmiş, işe yaradığını görmenin öz güvenini yaşamıştı.

Amerikalılar da 1917'de Kamu Bilgilendirme Komitesi'ni kurarak İngiliz yöntemini kullanmaya başladı. Ünlü gazeteci Walter Lipmann ve modern reklamcılığın yaratıcısı Edward Bernays'in (Segmund Freud'un yeğeni) yardımıyla özel ikna mekanizmalarını incelerler. Sanatçıların öykü anlatımları yöntemini seçerler o dönem.

* * *

İngilizler, Almanlar ve generallerinin ordusunu yönettiği Osmanlı'ya karşı kullandığı "propaganda savaşı"nın sonucu, Libya'dan Irak'a kadar olan toprakları ele geçirmiş, İstanbul'u işgal etmiş, büyük bir zafer coşkusu yaşıyorlardı.

Anadolu'daki "bağımsızlık ateşi" yanana kadar. Anadolu halkı, işgalcilere karşı direniyor, küçük çeteler büyük zayiatlar verdiriyor, bir türlü halkın işgalci kuvvetlerin yönetimine girmesi sağlanamıyordu.
Çoğu okuma-yazma bilmeyen halk, İngilizlerin propaganda bildirilerinden etkilenmiyordu çünkü. 
Vahdettin'in görevlendirmesi ve İngilizlerin vizesi ile isyanları bastırmak için Anadolu'ya gönderilen Osmanlı'nın görevdeki son 6 paşasından biri olan Mustafa Kemal beklenenin aksini yapmış, küçük isyancı (!) grupları bir araya getirmek için Erzurum ve Sivas Kongreleri'ni toplamıştı.

İngilizler, bu sefer "Savaş Propagandası Ofisi"ni İstanbul'da kurup çalışmaya başlar. Hindistan'dan itibaren Müslüman halkların hassas noktalarını bildikleri için Şeyhülislâm'ın da desteğini alırlar. 
İstanbul ve Anadolu'da hızla "direnişçilerin" Halife ve Osmanlı'ya isyan ettiğini, hatta Yunan ordularının Hilafet orduları olduğu yalanını yayarlar. Halife'ye isyan eden Suud ise kutsanır adeta. Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarıyla ilgili uçaklarla Osmanlıca bildiriler atarlar ve "din düşmanlığı" suçlamasıyla "kara propaganda" harekâtına girişirler.

* * * 

Anadolu'daki bazı din adamlarının da desteğini alırlar. Ama gerçek din adamları bu propgandaya teslim olmaz. Sütçü İmam gibi bağımsızlık ateşini tutuşturup, cephede savaşanlar çoğunluktadır.

Halkın okuma-yazma oranının çok düşük olması da İngilizlerin "propaganda savaşı"ndan istediğini elde etmesine engel olur. Kurtuluş Savaşı kazanılır ve yılların savaş yorgunu İngilizler, İstanbul'u da terk etmek zorunda kalır. İngiliz Savaş Propaganda Ofisi'nin yaydıkları, halen "gerçek tarih"miş gibi belli kesimlerde köpürtülerek yaşatılır...

İngilizler'in 1914'te "psikolojik harp" teknikleriyle darbesini yiyen Almanlar, 20 yıl gecikmeyle Naziler döneminde aynı yönteme sarılırlar. Joseph Goebbels, Enformasyon Bakanlığı'nda her gün gazetecilerin kullanmaları gereken "dil unsurları"nı belirleyen brifing vermeye başlar. 

Artık sadece ikna etmek değil, kitlelerin başvuru kaynaklarını da değiştirmek sözkonusudur Goebbels tekniğinde. Sonrasını biliyorsunuz. Hitler, Goebbels'in propaganda teknikleriyle önce Almanya'yı, ardından Avrupa'ya büyük bir trajedi ve insanlık utancı yaşatmıştır. 

* * *

Benzer şeyleri 2003'te Beyaz Saray'ın "Küresel İletişim Ofisi"ni (Office of Global Communications) kurup Downing Street tarafından sistematik hale getirmesi sayesinde sadece Araplar değil, Avrupa ve Asya halkları da Ortadoğu'ya demokrasi geleceğine inandı. Propaganda ofisleri, önceden Arap yarımadasında kurdukları medya organları, Goebbels tekniğiyle gazetecilerin ortak dile sahip olması sayesinde, George W. Bush'un "yeni Haçlı seferi" dediği savaş, "İslâm dünyasının özgürleşmesi" olarak lanse edildi bu coğrafyada. Adını da "Arap Baharı" koyarak tüm mazlum milletlere "özgürlük" ve "demokrasi" vaadederek kabul ettirdiler bu kirli savaşı.
Saddam'ı "özgürleştirme" adına devirdiler ama Irak halkı özgürleşmedi, tüm varlığını kaybetti, 15 yıldır huzura hasret, ölüm korkusuyla yaşıyor. 

Kaddafi'yi "Libya'nın Libyalılara ait olduğunu tescil etmek" için devirdiler. Ama Libya bugün paramparça. Halkı özgürlük ve refah içerisinde yaşamıyor, Kaddafi'yi mumla arıyor...

Tüm bunların ışığında Condoleezza Rice'nin "yaratıcı kaos" teziyle beslediği "Arap Baharı"na bakışımızı yeniden gözden geçirmenin tam zamanıdır. 

Önümüzde daha dumanı tüten ibretlik örnekler varken ve çok geç olmadan...