Yapılacağı 5 yıl öncesinden belli olan bir seçime gidiyoruz ama farkındaysanız ortada hiç seçim havası yok. En azından İstanbul'da durum böyle. AK Parti ilçe belediye başkan adaylarını açıklamasına rağmen, 39 ilçede sahaya çıkan aday sayısı iki elin parmakları kadar bile değil. TBMM Başkanı Binali Yıldırım, İstanbul'a yolunu düşürdükçe düşük volümlü temaslarda bulunuyor. CHP'nin İBB adayı Ekrem İmamoğlu "tanınma" sorununu aşmak için değişik hamleler yapıyor, sosyal medya aracılığıyla vatandaşa ulaşmaya çalışıyor. Ne yazık ki, gittiği ilçelerde yanında ilçe belediye başkan adayı olmadan çalışıyor İmamoğlu. "Birlikte ilçe için şunları yapacağız" deme şansına henüz erişebilmiş değil. 

Her gün tarafsız yayın ilkesiyle İstanbul'a bir şehir gazetesi sunma telaşı içerisindeyken, ajanslardan, sosyal medyadan ve iletişim hatlarımızdan önümüze düşen haberleri takip edince, "harekete geçen" az sayıda aday görüyoruz.
Gördüğümüz adayların çalışmaları bile "seçim heyecanı" değil, "vazifeyi yerine getirme" çabasından ibaret kalıyor.

Mesela Mevlüt Uysal...

Aday yapıldığı Büyükçekmece'ye zaman zaman uğrayıp seçim çalışmalarını sürdüren Mevlüt Uysal, henüz bir fark oluşturamadı. Başakşehir'de "müteahhit belediye"cilikten İBB'ye kadar uzanan Uysal, Büyükçekmece'de eski İBB Başkanı Kadir Topbaş'ın her seçimde tekrarladığı vaadine sığınmış: Büyükçekmece'ye metro ve metrobüs gelecek... Uysal'ın geçen Mart ayında sarfettiği "Metroda da birinci önceliğimiz en fazla oy aldığımız yerler olacak" sözüyle birleştirince bu vaadini, "Bize oy verir ve beni seçerseniz size metro ve metrobüs getireceğim. Oy vermezseniz bugüne kadar ne yaşadıysanız, aynısını yaşamaya devam edersiniz..." anlamı çıkmıyor mu sizce de?

* * *

31 Mart'ta yapılacak seçimlere, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Cumhur İttifakı'nın diğer ayağı MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin yüklediği anlam, yerelde pek karşılık bulmamışa benziyor. Aksine, AK Parti kadrolarında bugüne kadar görmediğim bir rehavet sözkonusu. "Kadro" derken, sadece ilçe teşkilatlarını kastetmiyorum. 16 yıllık seçim başarılarının altında teşkilatın gücünü oluşturan "gönüllüler ordusu"nun imzası vardı. Hatta, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın karizması ve sokaktaki gönüldaşlarının çabaları, AK Parti teşkilatlarını da belediye başkanlarını da "seçim başarısı"na taşımıştı. Bazı belediye başkanları bu başarının tamamen kendi güçlerinden kaynaklandığı yanılgısına düşmüştü. İşte o gönüllüler ordusunda bu seçimde bir "bıkkınlık" ya da "özgüvenin verdiği rehavet" hakim. AK Parti'nin kuruluş yıllarındaki heyecanını bugüne kadar hiç kaybetmediğine şahitlik ettiğim bir eski komşumda da aynı durumu gördüm. Hem onunla, hem de işportacılıktan müteahhitliğe uzanan, bir başkası belediyenin çocuk parkına yaptırdığı kafeteryanın işletmeciliğini yapan köklü AK Partililerle sohbet edince yanılmadığımı anladım.
"Gönüllüler ordusu"nun bir bölümünde kırgınlık hakim. Kenara itilmişlik, derelerin hep aynı nehirlere akışına duydukları tepki, ilçe dışından gelen bazı "hatırlı" isimlerin, kendilerinden daha avantajlı işlere ulaşması kırgınlığın sebepleri arasında. Bazılarında ise "Reis'i başkan yaptık, görev tamamlandı" havası var. Görevi tamamlamış olmanın verdiği bir rehavet yani...
FETÖ'yle mücadelenin tamamen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a bırakıldığı gibi bir hava da olumsuz etkiliyor "gönüllüler ordusu"nu. Ya da bu mücadelede vatandaşların "siyasi ayak" sorusuna cevap veremeyişin verdiği mahcupluk...

* * *

En büyük rakibi seçimi ciddiye almayınca, sebebi ne olursa olsun AK Parti'nin gönüllüler ordusunun rehavete kapılması gayet normal. Takımı sahaya çıkmış ısınma turları yapıyor ama rakip ortada yok. Tribünde siz olsanız ve rakip tribünler de boş olsa boş yere tezahürat yapıp bağırır mısınız? Tıpkı böyle bir durum var ortada.

Seçimde yeniden aday yapılan belediye başkanları rahat. Erdoğan rüzgârıyla bu seçimi de kazanacaklarına garanti gözüyle bakıyorlar. "Tıpkı 16 Nisan'da, 24 Haziran'da olduğu gibi Erdoğan sahneye çıkar, İstanbul'da rüzgâr tersine döner" diyenler bile var. 

"İnsanın en zayıf anı, kendisini en güvende hissettiği andır" sözüme kulak asmadan, geçmiş seçimleri örnek göstermeye devam ediyorlar. Sadece Erdoğan'ın gücüne mi sığınıyorlar? Hayır... CHP'nin aynı yöntemlerle farklı sonuç elde etme basiretsizliğine de güveniyorlar.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın CHP'yi yöneten kadroların değişmemesi için sık sık Kılıçdaroğlu'nu hedef almasını da "Reis'in Kemal Bey'e en büyük kıyağı" olarak nitelendirip, bıyık altından gülüyorlar.

Peki bu arada Kemal Bey ne yapıyor?

Koltuğunu korumak isteyen CHP'li belediye başkanlarını, aday gösterildiği taktirde yarışa geriden başlamamak için erkenden yola çıkan ve seçim bölgesini sokak sokak dolaşan aday adaylarını hiç umursamadan "dar kadro" ile siyasetçilik oynuyor.
Adayları açıklamayı geciktirdikçe doğan problemler, yeni zaman kayıplarına yolaçıyor. Mesela İzmir'de Aziz Kocaoğlu'nun yeniden adaylığa soyunması gibi...

CHP'li aday adayları, ilçelerde binbir yokluk içerisinde seçim çalışması yürüten partililer ne yaparsa yapsın. Kılıçdaroğlu, "Aslolan buradan (Genel Merkez) çıkacak kararlar" diyor. Biz de polütbüronun koltuk ihalesini kime vereceğini bekliyoruz...