Seçimin son virajında CHP ve adayıyla ilgili uyarıcı tespitimizi bir önceki yazımızda yapmıştık. 16 yıldır Türkiye'de iktidarı elinde bulunduran ve bunu devam ettirmek için çıtayı yükselterek kendisini yüzde 50+1'e mahkûm eden AK Parti'ye dair gözlem ve tespitlerimizi ifade etmesek eksik kalırdı. Kalem erbabı genellikle AK Parti'yi ya güzellemelerle ya da "herşeyi ile kötü" diye ele aldığı için her kesimden tepkiyi göze alarak klavyenin başına oturduğumun bilinmesini isterim. Objektif olmaktan ve bugüne kadar dile getirilmemesini eksiklik olarak görmemden dolayı bu satırları yazdığımın da...

* * *

Artık kamuoyu yoklamalarının hiç bir gerçekliği yok. Bunda kamuoyu şirketlerinin "seçimin sonucunu doğru tahmin etmek"ten çok, hizmeti verdiği partinin hoşuna gidecek yüzdeler vermeyi tercih etmesi de var, seçmenin gerçek tercihini yansıtmaktan uzak durması da.

Ama yine de özellikle AK Partili yetkililer anketlere göre her şeyin yolunda olduğunu, seçimin ilk turda kazanılacağını anlatıyor partililerine. Fakat Cumhurbaşkanı Erdoğan, İstanbul'da basına kapalı yapılan bir mahalle temsilcileri toplantısında gerçeğin farklı olduğunu açıkça söylemiş ve "Sandığın başını sabahın erken saatinde tutmanız şart. Anketlere bakmayın, iş bitmiş değil" anlamına gelen sözler sarfetmişti.

AK Parti seçmeni içerisinde küçük bir yüzde teşkil etse de, yüzde 50+1'i bulmak için önemli olan bir grubu 24 Haziran'da sandığa gitmek yerine, farklı tercihlere zaman ayırmaya itebilir "iş bitti" fikrini pompalamak. Erdoğan da bunun farkında ve uyarısını bu yüzden ısrarla yapıyor.

* * * 

Siyasi söylemler üzerinden gitmeye kalkarsak, her parti için çok uzun yazılar kaleme almak mümkün. Söylemler sertleştikçe, iddialar irileştikçe oluşan sempatinin yerini bazen antipati de alabiliyor. Bu konuda en keskin dili AK Parti kullanıyor.

Partiye oy vermemeyi düşünenlerin ya da karşı cephede yer alanların teröristliğinden tutun da münafıklığına kadar sıfatlar yakıştırılması iyi sonuç doğurmuyor. Eldekini muhafaza etmeyi sağlıyor belki ama, "Diğerlerini gözüm tutmuyor, AK Parti'yle devam" diyecek seçmeni de ürkütüyor. Özellikle dini referansların siyaset dilinde hoyratça kullanılması, hatta işin "tekfirciliğe" kadar vardırılması bir yandan dini araçsallaştırıyor, diğer yandan değerlerin aşınmasına yol açtığı için tepki çekiyor. Bu tepkiyi ben sokakta gözlemliyorum. Yüzdelere vurunca minik gözüken ama yüzde 50+1 hedefinden uzaklaştıracak sayıda seçmeni etkiliyor. "Bunu parti yetkilileri görmüyor mu?" diyorsanız eğer "Görmüyor, gören de bir üsttekine söylemeye cesaret edemiyor" diyeyim şimdilik. Nedenini yazının son paragrafını okuyunca anlayacaksınız. 
* * *
Bunlar, sayı olarak küçük ama yüzde olarak çıtanın aşılmasını engelleyici "hatalar" olarak geçmeli kayda. Sağa sola saldırmayı, tehdit etmeyi, hoşuna gitmeyen fikirlerin sahiplerini yok etmekten söz etmeyi siyaset yapmak zanneden, hatta AK Parti'nin aktif dinamikleri içerisinde yer alanları bile zaman zaman hedefine koyan trollerden hiç söz etmeyelim bile. Bu sadece AK Parti'nin değil, diğer partilerin de sorunları arasında.

Küçük küçük gruplar halinde AK Parti'ye tereddütlü bakmaya başlayanları bu yola iten parti içi bazı aksaklıklardan söz ettik. Gelelim asıl can alıcı noktaya. 
Cumhuriyet tarihinde görülmemiş bir iktidar süresi, aynı zamanda iktidara mensup partililer üzerinde de değişimler getiriyor. Bu değişim olumlu yönde olunca partiye olan destek de giderek artıyor. Belli bir döneme kadar AK Parti, kadrolarında "nöbet değişimi" yaparak ve milletvekillerinin illerini değiştirerek de en radikal değişimlere imza atmayı başardı. 

Ancak bu arada yeni bir sınıfın üremesine engel olamadı. "Muhafazakar gözüken küçük burjuva" bir sınıf doğdu. İktidar gücünü arkasına aldıktan sonra ekonomik yönden de güçlenen, eline geçen bu gücü yaşam standartlarına da yansıtan, oturduğu evi, mahallesini hatta yaşadığı ilçeyi değiştiren bir sınıf doğdu. 

* * *

Devlet bükorsasisinde yer alanları kastetmiyorum. AK Parti'nin değişik birimlerinde yer alan, belediye meclis üyeliğinden, ilçe yöneticiliğine kadar uzanan, iş yaptığı belediyeler arasında mekik dokurken halktan uzaklaşan bir kesim doğdu. 

Yıllar önce çok azının altında bir Murat 124 veya Şahin varken, bugün eşinin, çocuğunun bile altında son model otomobil bulunan kesimden. Önceden, vatandaşla hemşehri derneğinde, cami çay ocağında, semt kahvehanesinde haşır neşir olurken, şimdi orta gelirli insanların bile pek gidemeyeceği yerlerde randevulaşan "küçük burjuva" bir kesim... Bu hal, sınıf atlayan o kesimin seçmene bakışını da değiştirdi, seçmenin onlara ve dolayısıyla partiye bakış açısını da. Artık "ulaşılmaz" kabul edilen bir zümre oldular ama siyasette ve gücün kullanılmasında söz sahibi olmaya devam ediyorlar.

Gördükleri aksaklıkları, yanlışları bir üstüne söylemekten çekinen ve durumu idare eden bir zümre doğdu. Böyle bir zümrenin Beştepe'de de, İstanbul il düzeyinde de, ilçe düzeyinde de olduğunu objektif gözle bakanlar görebilir ancak. Görmeyenlere ancak "Kuzguna yavrusu zümrüd-ü anka gözükür" diyebiliyorum.
Bunun son yansımasını Yalova'da gördük. Aday olduğu ilin seçmen profilini çok iyi bildiğini iddia ederek seçmen için "Batı Trakya'dan, oradan, buradan, kimisi doğudan gelen kendisini ifade edemeyen ezik insanlar" hezeyanını rahatlıkla dillendiren Meliha Akyol hanımefendi ve ona benzeyen binlercesi bana katılmayacak ama durum böyle...