Suudi Arabistan, petrol üretimini düşüreceğini açıkladı. Bu açıklamayla, petrolün varil fiyatı 60 doları zorlamaya başladı. ABD Doları'nın artışıyla birlikte Türkiye gibi ülkelerin de yükü arttı, hesapları karıştı. 

Peki, ABD'nin 300 milyar dolarlık "haraç" kestiği Suud yönetimi, bu açığı kapatmak için petrol üretimini artırması gerekirken neden düşürdü? 

Anlatalım:
Irak ve Suriye'de devam eden savaşın petrol savaşı olduğunu artık hepimiz biliyoruz değil mi? ABD, Afganistan'da ilk deneyini yaptığı cihatçı terör örgütleri aracılığıyla Irak ve Suriye'nin petrol bölgelerini "merkezi hükümet" denetiminin dışına çıkardı önce. El Kaide adı yıprandığı ve eskisi kadar taraftar toplamadığı için bu defa DEAŞ kurgulandı. Bir çakma halife ve çevresine yerleştirilen Batılı ajanlarla petrol sahaları işgal edildi. Holywood stüdyolarında çekilmiş film sahnelerini andıran teknoloji ve görsel kaliteye sahip katliam kayıtları tüm dünyayı dehşete düşürdü. DEAŞ vahşeti, "Bunlarla öyle kolay savaşılmaz" algısını öyle bir yerleştirdi ki insanların beynine, hiç kimse "Nasıl oluyor da Irak ordusu, Suriye ordusu silahlarını da bırakıp bu çeteden kaçabiliyor?" sorusunu bile sormaya cesaret edemedi hiç kimse.

Milyarlarca dolara hükmeden bir İslâmi görünümlü katiller sürüsü, Musul, Kerkük ve Rakka'daki petrol kuyularını ele geçirdi. 

Bu petrolün satışına da formül yine ABD ve diğer petrol partneri Suudi Arabistan tarafından bulundu. Suudi Arabistan, kapasitesi belli olmasına rağmen "Petrol üretimini artırıyoruz" açıklamasını yaptı.

DEAŞ'ın ele geçirdiği petrol kuyularından çaldığı petrol Suudi-Amerikan ortaklığındaki ARAMCO tarafından işletildi. O dönemin daha "ehven" görülen bir diğer terör örgütü El Nusra'nın çaldığı petrol hariç.

Petrol şirketlerinin 2014'te Moskova'da yapılan kongresinde durum net bir şekilde ortaya konuldu. DEAŞ'ın, petrolü ARAMCO aracılığıyla işlettiği tescillenirken, El Nusra için farklı bir yol izlendiği anlatıldı. El-Nusra Cephesinin ele geçirdiği petrol, Rockefeller Şirketi, Exxon Mobile tarafından piyasaya verildiği anlaşıldı. NATO'nun Exxon Mobil'e El-Kaide eliyle Libya petrollerini satma izni verildiini de hatırlatalım.

* * *

BOP'un hedefi olmadan önce taşeronluğunu yaptığı dönemde Türkiye'nin DEAŞ petrollerini sattığı iddiası sık sık dillendiriliyordu. Elbette hedef şaşırtmak için ABD'nin algı yönetim çalışmasıydı bu. Türkiye, Barzanistan petrollerine aracılık ediyor, bunu gizlemiyordu ama DEAŞ petrolleri, Türkiye'nin "nakliye, işleme ve transfer" kapasitesini kat be kat aşacak miktardaydı. 

Şimdi, o petrol kuyuları Suriye PKK'sının denetiminde. "Suriye Demokratik Güçleri" (SGD) adıyla meşrulaştırmaya çalışılan PKK'nın bekçiliğini yapacağı petrolün satışı için Suudi Arabistan'ın dışında aktörler devreye girecek. Suud yönetimi durumu "üretimi düşürdük" diyerek kurtarmaya çalışıyor.

Aslında tam bir suçüstü hali var, ama anlamak isteyene...

ABD bu manevradan önce geçtiğimiz yıl Suud yönetiminde önemli değişiklikler yaptı, krallığı Trump dönemine hazırladı.

Kral Selman bin Abdülaziz el Suud (81), Emir Muhammed bin Nayif 'i görevden aldı. Nayif aynı zamanda hem veliaht prens, hem Başbabakan yardımcısı, hem de İçişleri Bakanı idi. Kralın oğlu Prens Muhammed bin Salman el-Suud (31) yeni veliaht prens haline geline geldi.

Nayif, önce Oregon'da, ardından da FBI ve Scotland Yard'ta eğitim görmüştü. El Kaide'den ayrılanlarak Suudi Arabistan'a dönenlere karşı mücadelede başarılı sonuçlar elde etmişti. 

Yeni veliaht Muhammed bin Selman akademik eğitim görmedi. Kendi ülkesinden alınmış, gerçek olup olmadığı tartışmalı bir lise diplomasına sahip. Kraliyet iktidarına vekalet yoluyla sahip olan Selman, ARAMCO'nun (ülkenin tek gelir kaynağı) özelleştirilmesini ve ülkesinin petrol dışında geliştirilmesini öngören Vizyon 2030 adlı geniş kapsamlı bir ekonomik reform projesini başlattı. Özellikle jet-sosyete hayatı ve yarım milyar Euro bedelle Serene yatını satın almasıyla tanınıyor.

Geleceğin kralı olacak ve genç olması sebebiyle uzun süre iktidarda kalacak olan Selman, geçtiğimiz günlerde "ılımlı İslâm'a geçebiliriz" açıklamasıyla da gündeme oturdu. Bunun ne anlama geldiğini ayrıca irdeleyeceğiz.

* * *

Daha önce DEAŞ'ın elinde bulunan ve Suudi Arabistan aracılığıyla dünya piyasalarına satılan petrol, artık ABD firmaları tarafından işletilip satılacak. Daha önce "DEAŞ petrolü" dediğimize göre, şimdi buna "PKK petrolü" dememiz de doğru bir tanım olur.

PKK petrol gelirini, DEAŞ gibi savaşın fonlanmasında kullanma özgürlüğüne sahip olmayacak. Suriye petrolleri, ABD'nin Ortadoğu operasyonlarına finans oluşturacak. Aynı zamanda PKK'nın, Rakka pratiğinin ardından daha düzenli ve güçlü bir ordu haline getirilmesi sağlanacak. ABD, tıpkı Barzani'de yaptığı gibi, PKK'ya da "hava savunma gücü" ve "hava kuvvetleri" kuracak önümüzdeki dönemde. Kobani ve Rojava bölgesinde kurulan ABD üslerinde şimdiden PKK'lı pilotların seçimine başlandı bile. 

Doğu ve Güneydoğu illerinde, sessizce paralı asker toplayan örgüt, ABD eliyle elde ettiği avantajlarını da propaganda da gayet iyi kullanıyor. Artık "Kandil dağlarında sürünmek" yerine, Suriye ovalarında üniformalı asker olmak daha cazip geliyor işsiz gençlere. 

Türkiye'ye "Barzani'nin vanasını neden kapatmadın" diyenlerin, olayı bir de bu açıdan bakmasında büyük fayda var.