Suriye ve Irak'ta IŞİD'e karşı başlatılan eş zamanlı büyük harekât, "laboratuvar üretimi" terör örgütünün kağıttan kaplan olduğunu net bir şekilde ortaya koydu.

Musul'u, neredeyse tek kurşun atmadan teslim alan, ABD'nin Irak ordusuna verdiği silahları da ele geçiren örgüt, hızla bir diğer petrol yatağı Kerkük ve Rakka'yı da ele geçirmişti. Uğruna 101 yıl önce İngiltere ve Fransa'nın "gizli" Sykes-Picot Antlaşması'nı imzaladığı petrol üçgeni, çok kısa sürede "devlet" denetiminden çıkmıştı. Cezaevinde hızlandırılmış halifelik kursu mezunu Ebubekir El Bağdadi'ye biat etmiş 240 bin kişilik bir ordudan söz ediliyordu. Irak'ı işgal ettikten sonra, Saddam'ın faturasının kesildiği Sünni aşiretlerin desteği yanında, Avrupa ülkelerinden gelen savaşçılar da vardı siyah sancağın altında.

Batılı savaşçıların bir bölümünün, kendi ülkesinin ordusunda daha önce görev yaptığı ve "özel harp" eğitimi aldığı da zamanla ortaya çıktı ama nedense bu detay hep görmezden gelindi, gözden kaçırıldı.

* * *

Halep'i, Rusya'nın desteğiyle kurtaran Suriye, burada yakalanan El Kaide militanları arasında bulunan yabancı savaşçıların listesini yayınlamıştı. Bunların arasında çoğunluk Suudi Arabistanlı olmasına rağmen, bir de İsrailli vardı. Filistinli bir Müslüman değil, David Shlomo Aram adında bir Yahudi... Suriye, her nedense İngiliz ve Fransız savaşçıları listeye eklememiş, "Daha sonra açıklayacağız" demişti.

İngiliz Sky News televizyonu, 51 ülkeye ait 22 bin teröristin listesini ele geçirdiğini duyurmuştu geçtiğimiz yıl Mart ayında. Bu bilgi, BM'nin 2015 yılında yayınladığı bir raporla da doğrulanıyor. Raporda, Irak ve Suriye'de 4 bini Avrupa'dan olmak üzere 20 bin savaşçı bulunduğu belirtiliyordu.

Yine İngiliz The Guardian gazetesi, 27 Mayıs 2017'de, İnterpol'ün Avrupa'daki tüm polis teşkilatına 173 IŞİD üyesine ilişkin bir liste verdiğini yazdı. Habere göre canlı bomba olarak eğitildiği iddia edilen liste, ABD istihbarat örgütleri tarafından hazırlanmıştı.

ABD, istihbaratın kanıtı olarak, "IŞİD'e ait dosyalara ulaşma imkanı olan güvenilir kaynaklar"ı göstermiş. Örgütün liderini ve yanındaki yardımcılarını özel olarak eğiten ABD'nin, dosyalara ulaşmış olması hiç de şaşırtıcı değil. 

* * * 
Musul ve Rakka'da bozguna uğrayan örgütün içinde bulunan "özel eğitimli" Batılı militanların güvenli bir şekilde ülkelerine döndüğü kesin. Türkiye'ye de gelenler olduğunu, yapılan IŞİD operasyonlarında ele geçirilen militanların verdiği ifadelerden öğrenebiliyoruz. "Bayramda Suriye'ye geçenlerin geri dönüşünü fırsat bularak, sahte kimlikler dönüyor militanlar" ifadesini vermiş yakalanan bir IŞİD'li... Ancak, Avrupa'ya nasıl geçtikleri ise bilinmiyor. 

Ciddi sayıda elemanı ölen ya da buharlaşan örgüt, Ağustos ayında sadece 19 bin kişiye maaş ödeyebildi. Irak'ta 7 bin, Suriye'de de 12 bin katile maaş ödemiş örgüt. Yani, elindeki "kayıtlı ve kontrol edilebilir" eleman sayısı 19 bine düşmüş. 
Halbuki, "petrol üçgeni" eline geçtikten sonra Lawrence'in bugünkü versiyonu Ebubekir El Bağdadi'nin çakma halifeliği her ay yüzbinlerce kişiye maaş ödüyordu. 

Peki kaynak?

* * *

Elbette, Musul ve Rakka'dan çıkarılan petrol... Daha verimli ve sürekli bir kaynağı, köle pazarında kadın satarak elde etmesi mümkün değil IŞİD'in. Kadın pazarları, gelir elde etmek için değil, "sadist" dürtülerini tatmin etmek için o topraklara gelen yabancı savaşçılara sunulmuş "cazibe merkezi" olarak kurgulanmıştı.

Yüzbinlerce kişiye maaş ödeyip, bir de onların ihtiyacı silah ve mühimmatı temin edecek paraya ulaşmak için, dünyanın tüm genelev müşterilerini o bölgeye götürsen bile yetmez... Yabancı istihbarat raporlarına göre, IŞİD'in sadece silah ve mühimmat bütçesi aylık 30 milyon dolardı. Maaşlar yok bunun içinde.

Hiç kimsenin üzerinde durmadığı, eşelemediği, hatta sorgulanmasını istemediği konu da bu: IŞİD'in "petrol üçgeninden" çıkardığı petrol nereye ve nasıl gitti, paralar nasıl ödendi, silahlar nerelerden satın alındı ve nasıl geldi?

* * *

IŞİD, dönemsel bir terör örgütü olarak, Irak ve Suriye'nin önemli petrol yataklarının el değiştirmesi için ABD tarafından kurgulandı. ABD ve müttefiki İngilizlerin hedefleri arasında, sadece petrol yatakları değil, nakil hatları da var. Yani Türkiye de çizilen çemberin içinde.

Rusya'nın da bölgede önemli çıkarları var ve Şam yönetimine bu yüzden büyük destek veriyor. Dolayısıyla, petrol, para, silah ve terör denklemini bu ülkelerin çözmesi mümkün değil. Bu ülkelerin yazdığı ve yazacağı senaryolar mutlaka "taraflı" olacaktır. Bu ülkeler, "IŞİD'in petrol ve silah hattı"nın er veya geç araştırılacağını biliyor. ABD, "maşası" Suudi Arabistan ve "Vahhabi çetesi"ni büyük bir rüşvet karşılığı "petrol ve silah" işinden sıyırma çabasında.

Kuveyt Türk hakkında açtığı "terörizmin finansmanı" davasını, Kuveyt'in de Katar'a karşı Suud cephesinde yer almasıyla Nisan ayında düşüren ABD, Afganistan savaşından bu yana kullandığı "İslamcı terör" canavarına velayet babası arıyor. Washington'la yüklü miktarda silah anlaşması yaparak Katar da "veledi zina"yı nüfusuna geçirmekten kurtuldu gibi. Peki, ABD ve müttefikleri, peydahladığı "terör canavarı" için şimdi kimi "baba" seçecek ve hedefe koyacak?

Bu sorunun cevabı petrol, para, silah ve terör denklemini çözmekte yatıyor. Bu denklemi herkesten önce Türkiye çözüp ortaya dökse çok yerinde ve zamanında bir hamle yapmış olmaz mı?