Şarkışla'nın Beyyurdu adında bir köyü var. Bu köyde âşık olmayan bir aile var mı, diye sorsanız, her halde olmayan bir ev gösteremezler. Köyden bir dost, yanlış bir hareketimden dolayı sitem etti:

"Ahmet Efendi, Gücük Murtaza'nın tazı dövdüğüne benzetme!" Daha önce hiç işitmediğim bir deyimle karşılaşmıştım.

Deyim kısaca, "gerçek anlamından az çok farklı anlamlar taşıyan ve iki ya da daha çok sözcükten oluşan kalıplaşmış söz" olarak tanımlanır. Atasözleri gibi, deyimler de halkın bir konudaki dünya görüşünün bir iki cümleye sığdırılmış özetidir; ulusal benliğinin aynasıdır. Deyimlerde de ulusun yüzyıllar öncesinden günümüze kadar ulaşan düşüncesi, inanışı, yaşayışı, gelenekleri, görenekleri saklanır. Deyimler, anlatmak istediğimizi kısa yoldan ifade etmemizi sağlayan, dilimizin anlatım olanaklarını sonsuz derecede genişleten dil zenginliğimizdir.

Hasbelkader ben de "Türkçe'de Deyimler" ve "Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü" adlarıyla yayınlanan iki kitap hazırlamıştım. Beyyurdu'nda "Gücük Murtaza'nın tazı dövmesi"ni sordum. Böylece hem deyimin öyküsünü, hem Aşık Murtaza'yı da öğrenmiş oldum.

Aşık Murtaza hakkında fazla bilgi yok. Bilinen 1853 yılında Beyyurdu köyünde doğduğu ve yine bu köyde 1902 yılında öldüğü. Soyunu köyün kurucularından olan Memişgil'e dayandırıyorlar.  Aile lâkaplarına, Çöp Hüseyin oğulları deniyormuş. Aşık Murtaza'ya kısa boylu ufak tefek olduğu için, "Gücük Murtaza" denilmiş. Atalarını "Çöp Hüseyin" denildiğine göre, ufak tefek oluşu soydan geliyor. Hatta Âşık Murtaza, evlenmiş çocuğu olmadan hanımı "gücük" (küçük) diye boşanmış. 

Gelelim deyimimize:

Murtaza daha çocuklukla delikanlılık arasındayken,  köylerine Osman ve Ahad Ağa adında Nakşibendi dervişleri gelir, Alevi köyü olan Beyyurdu köyü halkını Nakşibendi yapmaya çalışırlarmış. Daha çok Murtaza'nın ağabeyi Hüseyin Kahya'nın evinde konuk olurlarmış.

Ahad Ağa bir gün tazısıyla Beyyurdu'na gelmiş. Murtaza'nın ağabeyine konuk olmuş. Yemekler yenmiş, söyleşilerden sonra, bir başka eve davet edilmişler. Tazılarını Murtaza'ya emanet etmiş "Göz kulak ol!" diye tembihlemişler. Murtaza, sabıkalarından dolayı bu tazıya diş biliyormuş. Hem davete gitmek yerine tazı bekçiliği görevi verilmesine de içerlemiş. Onlar gider gitmez, sopayı aldığı gibi hayvancağızı dövmeye başlamış. Konukluğa gidenlere de "Tazı'ya bir hal oldu gelin bakın," diye haber göndermiş.

Ağalar gelmiş bakmışlar ki, tazı yerinde durmuyor, çer çer çeniliyor. Çünkü ağaların arkasında Murtaza, aba altından sopayı gösteriyormuş. Sopayı gören hayvan, yerinde duramıyormuş.  Ağalar: "Tazı delirmiş, kudurmuş; bunu yok edelim" dediklerinde; Murtaza söze karışmış:

"Deliren ve kuduran tazı değil sizsiniz, onu yalınız burada bırakıp beni de başına bekçi koymasaydınız bir şey olmayacaktı," demiş.  Orada irticali olarak şöyle söylemiş:

"Ahat ağanın tazısı

Ürer bazı, bazısı

Budur alnının yazısı

Tazıdan soy görmedim ben.

Biri ittir, biri tazı

Yerler fakirden kuzu

Kovun yahu bu yobazı

Tazıdan boy görmedim ben.

Ben kestim tazı yedi

İşte getirdik hindi

Bu da yenmez mundar dendi

Tazıya dey vermedim ben.

Ağa'ya sordum mısmıl hanı?

Yabanda Tazı avlamadı onu

Hiç unutmam bu hakareti teni

Tazıya hey vermedim ben.

Aşık Murtaza; bu işte

Tazı gördü rüyada, düştü

Ağa yedi boynu şişti

Tazı'ya pey vermedim ben..."

Aşık Musa bir asır önce bu dünyadan göçüp gitmiş ama, Bıraktığı deyimi yaşıyor. Köyde ve yörede bir şey oldu mu. "Gücük Murtaza'nın tazı dövdüğü gibi diye"  örnek veriyorlar.