Çoğu zaman Tevfik Fikret'i de anımsayarak "Güleriz ağlanacak halimize" deriz. Yalnız gülsek iyi. Çoğu gülümsemenin arkasında bin bir acı vardır. Nice ağlanacak duruma zil takıp dokuza sekiz şıkır şıkır oynayan bir toplum olduk. 

Siz deyiniz doksan, ben diyeyem doksan beş yıl önce, Trakya'nın karayağız delikanlısı Eyüp, ben diyeyim köy ağasının, siz deyiniz çeribaşının kızına aşık olmuş.  Kız da Eyüp'e vurgun mu vurgun... Ne var ki kızın babası kızını fakir diye Eyüp'e vermemiş. Meriçle demiryolunun öbür yakasındaki bir köyde zengin arkadaşının oğluna verir. O günlerde Türk Yunan sınırı da belirlenmiş ve kız karşı tarafta kalmiş. Zavallı Eyüp'ün iki gözü ile çeşme... Deli divane olmuş, kendini dağlara, yollara vurmuş.  Eyüp gayri mecnunmuş, meczupmuş ki görenlerin onun ağıtlarını dinleyenlerin yürekleri parçalanırmış. Kime rastlasa babası sanıp karşısına geçer içine dökermiş: 

"Sevdiğim iki gözüm ellere yar oldu babuba..
Kara tren aramıza kara duman ekti de,
Göz göre göre yazık Eyub'a...

Buraları sevemedim gönül orada,
Yanıyorum tuz biber yarada.... 
Deli gönül eremedi eyvah murada,
Ölüyorum tuz biber yarada...

Gözlerimin karesi(karası) kırmızı nar oldu babuba 
Meriç'in azgın suyu aramıza girdi de, 
Göz göre göre yazık Eyub'a...
.."

Bugün  zavallı, fakir, sahipsiz Eyüp'ün yürek yarasına tuz biber basmışlığıyla,  gözlerinin ateş rengine düşmüşlüğüyle alay eder gibiler. Onun feryadına ritim katıvermişler.  Geçivermişler  karışışına dokuza sekiz....  Oh oh... Oh ohhh! Eyüp  "Buba" diye feryat ettikçe kalça kıvırıp, gerdan büküp, sağ avuç  dibini sol omuza vuruveriyorlar. 

Ya kollarınzı kaldırıp parmaklarınızı şakırtata şakırtata dizlerinizin üzerinde sağa sola yaylanırken göbek hoplattığınız "Hey onbeşli türküsünün" sahipleri kimdir, hiç düşündünüz mü? Tokat türküsüdür bu. Onbeşliler, 1315 doğumlular... Yani 1898, yani Çanakkale Savaşı'nda 1915'de 17 yaşında olan gençlerimiz. Tokat'tan Çanakkale'ye uğurluyorlar gençleri. 16, 17 yaşındaki çocuklarımızı. Artık daha ileri yaşlardan kimseler kalmamış, sıra onlara gelmiş. Türkü diyor ki: "Hey onbeşli onbeşli / Tokat yolları taşlı / Onbeşliler gidiyo / Kızların gözü yaşlı..."

Peki türküde yosma gibi sunulan Hediye? Hediye'nin cephe gerisinin dramını anlatan öyle bir hikayesi var ki, insan olan ağlamadan dinleyemez. Yani, söylendiği gibi hareketli bir oyun havası değil. bir ağıt... 
Gel gör ki bu ağıta vermişler ritimi. Geçip karşısına şıkır da şıkır, Yukarıda Allah var, Allah! 

Ya şu Ormancıya ne demeli, Sarhoş bir orman memuru yüzünden canı gibi sevdiği arkadaşını kaza kurşunuyla olduren birini ve bu olay karşısında köylünün feryadını göz yaşlarını  yürek yangınını anlatan bu ağıtı da oyun havası yapmadık mı? Hatta ağıtın nakaratındakı "yaktın ormancı"yı "Aman Ormancı, canım Ormancı" yapmadık mı? Tanrı aşkına şu sözleri okuyunuz ve bu sözlerdeki acının eşliğinde oynayanlara ne niteliği verirseniz veriniz: 

"Çıktım Belen kahvesine baktım ovaya
Bay Mustafa çağırdı, dam oynamaya,
Ormancı da gelir gelmez, yıkar masayı, 
Söz dinlemez Ormancı, çekmiş kafayı 

Aman Ormancı, yaktın Ormancı 
Köyümüze bıraktın yoktan bir acı

Gevenes' in ortasında, değirmen döner,
Değirmenin suları, dağından iner,
Ormancı'ya atılan kurşun, Tevfik' e döner,
Tevfik' in feryatları, yürekler deler,
...."