Gelelim Osmanlı kaynaklarına: 1571'de Mısır'ı alan Sultan Selim, Memluk Sultanı II. Tumanbay'ı 15 Nisan 1517'de astırmıştı. Bir gölge oyuncusu, Tumanbay'ın asılışını ipin, iki kez kopuşunu canlandırmış, sultan bu gösteriyi çok beğenmiş, oyuncuya 80 altın ve işlemeli kaftan armağan ettikten sonra "İstanbul'a dönerken sen de bizimle gel, bu oyunu oğlum da görsün, eğlensin" demiş.

Karagöz ve Hacivat’ın adı, 16. yüzyıl Mısır ve Osmanlılarda geçmiyor. Başka kalıplaşmış kişi ve tiplere de rastlanmamakta. Türklerden Mısır’a giden, buradan da İstanbul’a gelen gölge oyununa, bu yıllardan itibaren Türk yaratıcılığı katılmış; çok renkli, hareketli, özgün bir biçim verilmiş.

Bu oyunun elli yılda gösterdiği gelişim, 1582 şenliğini anlatan Surname-i Hümayun'da görülmekte. Artık "hayalbazan" diye bir esnaf topluluğu oluşmuş. Bir yabancının anılarında şu cümleler yer alıyor:

"Biri altı tekerlek üzerinde tahtadan bir küçük baraka veya sahneyi ortaya getirdi. Bunun önünde keten bezinden bir perde, içinde ise birkaç ışık vardı, birisi görüntüleri ışıklarla perdeye yansıtarak bunları oynatıyordu. Bunlardan başka, iki kişi parmaklarıyla dilsiz gibi işaretleşip konuşuyorlar, buna yakın şeyler yapıyorlardı. Biri kovalıyor ve koşuyordu...”

Karagöz kesin biçimini ancak 17. yüzyılda aldı. Bir çok abartılarına karşın Evliya Çelebi ve bazı gezginlerden bunu öğreniyoruz. Ramazan'da kahvelerde, çeşitli soytarı ve oyuncuların yanısıra, geriden aydınlatılmış bir perde veya boyanmış bir kağıt üzerinde gölgelerin oynatıldığını, bunları oynatanın sesini değiştirerek çeşitli dilleri ve ağızları taklit ettiğini, kadın-erkek ilişkilerinin büyük bir açık-seçiklikle gösterildiğini, bu konuların böyle bir dinsel bayramda ve genel yerler için aşırı utanmasız olduğunu bilgilerini ediniyoruz.

Evliya Çelebi’nin kitabında, perdenin arkasından yava önünden oynatanlar, olmak üzere iki tür oynatıcıdan söz edilmekte. 

Karagöz ve Hacivat, gerçek yaşamış olan kişiler midir?

Karagöz ve Hacivat’ın halkın gönlünde var olduğunu ve  yüzyıllarca yaşadıklarını söyleyebiliriz.  Ama halkımız,  her zaman sevdikleri kahramanları gerçekten yaşamış olarak görmek istemiş.  Onun için türlü söylenceler ortaya çıkmış.

En yaygın söylenceye göre,  Sultan Orhan  devrinde Bursa'da bir camii yapımında Karagöz adlı bir demirci ve  Hacivat adlı duvarcı çalışırmış. Diğer işçiler, bu demirci ile duvarcı arasındaki nükteli konuşmaları dinlemekten çalışamaz olmuşlar. Cami yapımı bir türlü ilerlemezmiş. Bunu gören Sultan Orhan, Karagöz'e idam, Hacivat'a ise

sürgün cezasını uygun görülmüş. Karagöz kararı duyunca sol elini sakalının altına yumruk seklinde koymuş ve sağ elini sallayarak, “Adam sende, Allah'a bir can borcum var. Cezama razıyım.” demiş. İdam edilmiş. Hacivat ise sevgili dostunun bu haline üzülmüş. İki elini sakalının altına koyarak isyanını dile getiren sözler söylemiş. Karagöz Bursa yakınlarında bir yere gömülmüş.  Hacivat yanına zenginlerin beslediği tazıları alarak Mekke’ye doğru yola çıkmış. Bir handa mola verdiği sırada birkaç eşkıya tarafından soyulmak amacı ile öldürülmüş. Bir süre sonra Sultan Orhan’in içine onların acısı çökmüş. Padişahın acısını dindirmek isteyen Şeyh Küşterî  bir perde kurdurmuş, Hacivat'la Karagöz'ün deriden yapılmış tasarımlarını resimlerini perde arkasında oynatıp onların şakalarını tekrarlayarak padişahı avutmuş.

Bu söylence bize, yukarıda sözü edilen Cin İmparatoru’nun karısı öldükter sonraki durumunu anımsatmakta. Günümüzde de Karagöz perdesine Şeyh Küşterî meydanı denilmekte ve Şeyh Kuşterî Karagözcülüğün pîri kabul edilmekte.

Evliya Çelebi, bir başka söylenceyi yazıya geçirmiş. Ona göre, Selçuklular zamanında, Efelioğlu Hacı Eyvad,  ve İstanbul Tekfuru Konstantin'in seyisi Kırk Kilise'den Kıpti Sofyozlu Bali Çelebi buluşur konuşurlarmış. Bunların konuşmaları gölge oynatanlarca perdeye yansıtılırmış.

Bir başka  teze göre, 1333 yılında Hisar'daki Ortapazar medresesi kitaplığında, "Hayat ve menakıb-i Kara Oğuz ve Hacı Ehvad" adında bir kitap bulunuyormuş. Bu kitap daha sonra yanmış. Burada, Karagöz'ün Orhaneli ilçesinde Karakeçili aşiretinden ”Kara Oğuz” adını taşıyan bir köylü olduğu, adının daha sonra “ Kara Öküz” e çevrildiği, arkadaşı “Hacı Ahvad” ile birlikte düzenledikleri oyunların Şeyh Küşterî'nin eline geçtiği ve "Karagöz"e çevirdiği ileri sürülürmüş. Sevgiyi Okuyucular yarınki yazımda Karagöz’ün gelişimini anlatırken “Karagöz yaşadı mı?” sorusuna cevap vermeye çalışacağım.