Ortadoğu'daki vekalet savaşlarında büyük değişim yaşanırken, Balkan coğrafyasında da tuhaf şeyler oluyor. Türkiye'yi, hem Balkanlar'da, hem de Ortadoğu'da etkisizleştirmek için ardı ardına hamleler yapılıyor. Balkan coğrafyasındaki Osmanlı bakiyesi Müslüman nüfus üzerinde Türkiye'nin etkili olmasını hiç bir dönemde olumlu karşılamayan ABD ve müttefikleri, ülkeler arası ilişkileri bir şekilde gerilime sürükleyerek istediğini almayı başarıyor. 

Geçtiğimiz ay Bulgaristan'da imamların 4 aydır maaş alamadığını yazmış, bunun Müslüman azınlık üzerindeki olumsuz psikolojik etkilerini anlatmaya çalışmıştık. Olay yaygın basına geçtiğimiz haftalarda "Bulgaristan'da imamlar 5 aydır maaş alamıyor" başlığıyla haber oldu ama yine de kimsenin kılı kımıldamadı. 

Türkiye'de referandum dönemiyle Bulgaristan'da genel seçimler birbirine yakın tarihlere denk gelince, iki ülke arasındaki ilişkiler "propaganda savaşları" nedeniyle gerginleşmişti. "Türk partisi" etiketiyle kurulan Dost Partisi'ne destek olmak için

Bulgaristan'a gitmek isteyen Aziz Babuşçu ve Hüseyin Bürge'ye Sofya'dan izin çıkmamıştı. Buna gerekçe olarak da, Hak ve Özgürlükler Partisi (DPS) milletvekillerinin Türkiye'ye propaganda gezisinin Dost Partisi'ni destekleyen Ankara'nın engeli gösterilmişti.

O dönemki gerginlik "saman alevi" gibi geçmiş zannedilse de, Bulgaristan'daki Türk azınlık üzerindeki yakıcı etkisi sürüyor. 

"İslâmi görünümlü" global terör taşeronlarının kanlı eylemleri arttıkça, Balkan coğrafyasında Müslüman azınlık hedef haline geliyor, günlük hayatı zorlaşıyor, ötekileştirme gün geçtikçe soyutlamaya, izole edilmeye doğru gidiyor.

* * * 

Ortadoğu'da da Türkiye'nin etkisini kırmak için topyekun bir harekât devam ediyor.

Trump'la "kılıç dansı" yaparak Katar'ı izole etmeye kalkan Vahhabi çetesinin asıl hedefinin Türkiye olduğunu ve Ortadoğu'daki terör örgütleriyle olan kirli ilişkilerinin faturasını bu iki ülkeye kesmek istediği açıkça ortadaydı.

Her ne kadar ABD "silah anlaşması" adı altında haracını aldıktan sonra taarruz geçmiş gibi gözükse de, şimdilik mayalanmaya bıraktıklarını biliyoruz.

Türkiye, İdlib'i El Kaide ve türevlerinden, Afrin-Azez hattını da Suriye PKK'sından temizleme sinyali verir vermez ABD jet kararla Savunma Bakanı Mattis'i Ankara'ya gönderme kararı aldı. İran Genelkurmay Başkanı'nın Ankara'ya ziyaretinin ardından alındı bu karar. Mattis, bugün Ankara'ya çantasındaki Suriye haritasıyla gelecek ve PKK'yla olan kirli ilişkilerini masumlaştırarak "İran'dan uzak durun" telkininde bulunacak.

ABD'nin tutulmayan sözlerine karnımız tok. ABD'nin Menbiç'in batısına geçmeyeceğini taahhüt ettiği PKK'yı, ağır silahlarla donatıp düzenli ordu haline getirmesi bile Mattis'in yüzünün kızarması için yeterli sebep.

* * * 

Ankara'nın son dönemde yaptığı manevraların ABD'yi endişelendirmesi normal. Rusya ile yapılan füze anlaşması yanında Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın'ın "Rusya ile birlikte terörizme karşı mücadele konusunda uzlaşmamız var. Buna Kürt militanlar ve IŞİD de var" sözleri çok önemli. Kalın, "Suriye'de Esad'lı politik geçiş süreci mümkün demek için henüz erken" diyerek bu konuda da Ankara'nın daha esnek bir politika izlemeye hazır olduğunu göstermişti. 

Ankara'daki dış politik iklimin değişime hazır olduğunu, Suriye konusunda en şahin kalemlerin yazılarından da anlayabiliyoruz. "Önce El Bab, ardından Halep'ten Şam'a yürüyeceğiz" diyen İbrahim Karagül'ün "Esad takıntısından vazgeçmeliyiz" yazısı hâlâ yankısını sürdürüyor.

Ülkeler, dış politikada esnek manevralarla gelişen durumlara göre pozisyonlarını yeniden tanımlayabildiği sürece doğru yolda ilerleyebilir. Ankara'daki karar alıcıların da Esad konusunda manevra için altyapı hazırlığını sürdürmesi gayet norma. Hatta "olması gereken" de diyebiliriz.

27 Eylül 2016'ta bu sütunda yayınlanan yazımda Ortadoğu'daki durumu özetleyip, "Keşke, bu bölgenin sorunlarını, bu bölgenin halkları ve yöneticileri çözecek irade gösterebilse. Ankara, Şam, Tahran hatta Bağdat kafa kafaya verse de, tüm emperyalist güçlere "Çekin elinizi buradan, biz çareyi bulduk" diyebilse..." sözleriyle bitirmişim.

Türkiye'nin kendisini ABD ve Rusya arasında bir tercih kullanmak zorunda hissetmek yerine, Ankara, Şam, Bağdat, Tahran'la oluşturacağı dörtlü dayanışma hem bu iki emperyalist ülkeyi, hem de Vahhabi çetesini bölgede etkisizleştirecek, vekalet savaşını bitirecektir.

* * * 

ABD için "tehlikeli" yakınlaşmalar olacak elbette bu. Pentagon muhtemel tehlikeyi gördüğü için Romanya ve Bulgaristan'a geçtiğimiz ay sonunda 15 bin yeni asker ve çok sayıda zırhlı araç gönderdi.

Gürcistan'daki NATO üslerine de çok sayıda asker ve zırhlı araç nakledildiğini de biliyoruz değil mi?

"DAEŞ'le savaş" numarasıyla oluşturulan PKK kara ordusu, ABD'nin verdiği füzelerle "hava savunma sistemi" oluşturup, namlularını Türkiye'ye doğru yöneltti. Suriye'nin kuzeyinde ABD'nin kurduğu mini üslerin sayısı da her geçen gün artıyor.
Hatta, ABD kargo uçakları ve jetlerinin inebileceği havaalanı inşa edilmesi yanında, CIA'nın önceden gizli gizli sürdürdüğü silah sevkıyatını Pentagon şimdi açıktan yapıyor ve Suriye ile Irak'ın kuzeyini adeta cephaneliğe dönüştürüyor.

Bu hazırlıkların Rusya veya İran'la artan gerilim yüzünden yapıldığı ileri sürülse de, ABD'nin bölgedeki direncini kıracak dörtlü ittifaka "savaş" tehdidi için askeri yığınak yaptığı açıkça ortada. 

Bulgaristan'daki imamları maaşsızlıktan, Müslüman-Türk azınlığı umutsuzluktan, Ortadoğu halklarını da mezhep savaşının yakıcı ateşinden kurtarmak için acilen komşu başkentlerle kol kola girmek zorundayız. Başka bir çıkış yolu gören varsa anlatsın.