Eski Türk filmlerinde ya da arşiv fotoğraflarında, sokak ortasında ölen kişinin üzerine "gazete" örtülür ve o şekilde fotoğraflanırdı. Kenarına taşlar konulmuş gazete kağıdını görenler, orada bir ceset olduğunu bilirler, "vah vah" diyerek yollarına devam ederlerdi. Şimdi ambulans kısa sürede olay mahalline ulaşıyor ve savcı gelene kadar cesedin üzerini gazete kağıdı yerine farklı örtülerle kapatıyor. Gerekli inceleme yapıldıktan sonra da ceset torbasına konularak morga götürülüyor hayatını kaybeden şahıs.
Yani, ölünün üzeri daha usturuplu örtülüyor artık ama "ölümün" üzeri örtülürken kıytırık şeyler bile yetiyor.

Ateş düştüğü yeri yakar ama bazı şeyler vardır ki sizin içinizde de yer eder. Geçen hafta, yüreğimi sızlatan iki ayrı olay yaşandı. Birinde, iki askerimiz operasyon sırasında donarak can verdi. Olayın üzerinde "siyasi tepinme" olmasaydı bu kadar kolay gündemden düşmeyecekti belki de... Diğer olayda ise 8 yaşında bir çocuk, parkta oynarken elektriğe kapılarak can verdi. 
Donarak şehit olan askerlerimiz için, gerek İçişleri Bakanı, gerekse de bir generalimiz bazı açıklamalar yaptı. Kamuoyunu tatmin etti, etmedi bu ayrı konu. Fakat 8 yaşındaki çocuğun ölümü nedense unutuldu gitti.

* * * 

Hangi anne-babaya çocuğunun "çocuk parkı"nda elektriğe kapılıp can verişini izah edebilirsiniz ki!... Adı üzerinde, orası "çocuk parkı" ve içerisinde her canlı için tehlike oluşturan trafo var. Saklanbaç oynarken, çocuk o trafoyu "gizlenme yeri" olarak seçiyor. Trafoyu çocuk parkına koymanın "normal" karşılanması ve sonrasında başka çocukların da hayatının tehlikede olması hiç mi önemli değil? İstanbul'un birçok ilçesinde benzer manzaraların bulunması neden kimseyi rahatsız etmiyor, endişelendirmiyor ve "Bu çarpıklık bir an önce düzeltilsin" demiyor?

Çocuk öldü çocuk, 8 yaşında ve hayatının daha başlarında bir çocuk... Bir ailenin yüreği kavruldu parkın içerisindeki elektrik devrelerinin içinde. Ömürlerinin sonuna kadar nerede 8 yaşlarında bir çocuk görseler, kaybedilen evladı hatırlayacak o aile. Yürekleri her seferinde bir kez daha yanacak, gözleri dolacak ve boğazları düğümlenip "Oğlumuz da bu yaşlardaydı" diyerek susacak... 

"Öldürüldü oğlumuz" diyemeyecekler. "Kaza" deseler apaçık bir "yalan" olacak. Söylenecek tek şey var; sorumsuz ve umursamaz birileri tarafından göz göre göre ölüme itildi çocuk...

* * *

Parkların, okul bahçelerinin içerisine konulan ve çoğu da yüksek gerilim barındıran trafolar, çocukları bekleyen hayati tehlikeler, Ahmet Kural'ın Sıla'ya attığı üç-beş tokat kadar konuşulmadı bile...

Bir "alan razı veren razı" durumundan günlerce süren bir "hikaye zinciri" çıkarmayı başaranlar, olayı "kadın hakları"na kadar yüceltenler, bir çocuğun yaşam hakkını görmezden geldiklerini hangi yüzle izah edebilecekler?

Magazin haberleri elbette gazetelerde, televizyonlarda yer alacak. Ama anlı şanlı yazarların bile Ahmet Kural-Sıla analizleri yapması ama bu arada söylenmesi gerekeni söylemeyip, ikilinin reklamına soyunması nasıl bir PR anlayışının ürünüdür? Daha önceki sevgilisinin parmağını kırmasıyla gündeme oturan Ahmet Kural'ın, benzer bir vukuatla bu kadar gündemde tutulması, Sıla'nın "bile bile lades" dediği bir olayın üzerinde bu kadar tepinmesi mi önemli, yoksa bir çocuğun, iki yiğidin "anlatılamayan" ölümleri mi?
Bir tane vicdanı sızlamış adam çıkmaz mı "Çocuk parkında trafonun ne işi var?" diyecek. Bir tane siyasetçi, sivil toplum gönüllüsü, köşe yazarı, haberci çıkmaz mı "Bu çocuğun katili kim?" diye soracak...

Bu kadar mı ucuzladı insanlık? Bu kadar mı ayağa düştü "şöhretin şöhretine şöhret katma" tutkusu?

* * *

İstanbul Valisi Ali Yerlikaya göreve başladı. İstanbul'a ayak basar basmaz ayağının tozuyla "Her şey güzel olacak. Herkesi kucaklayacağız. İnşallah İstanbul için güzel olan her şeyi yaşayacağız" açıklamasını yaptı. Mutlaka öyle olması için çalışacak Vali Yerlikaya.

İstanbul'u tanımak için brifingler almaya başlayan Yerlikaya umarım doğru ve eksiksiz bilgilendirilir. "Tecrübeli bir mülki amir" olarak şehrin ne tür sorunlar yaşadığını doğru analiz ederse, çözümün de o kadar kolay sağlanacağını biliyordur. İstanbul, protokol hizmeti yoğun bir şehir. Geleni karşılama, gideni uğurlama derken valinin pek fazla "icraat"a ayıracak zamanı kalmıyor. Bazen gün boyu Atatürk Havalimanı'nın Devlet Konukevi bölümünde kalan valiler hatırlıyorum. Protokol trafiği o kadar yoğun oluyor bazen.

İstanbul, sorumluluğu da riskleri de ağır olan bir şehir. Bırakın partilerin ilçe yöneticilerini, onlarla yakın diyalogları olanların bile "çakarlı araba" kullandığı, maket uçaksavar konulmuş ciple onlarca kilometre E-5'te seyahat edebildiği ve o cipin sonradan uzun araştırmalar sonucu bulunabildiği garip bir şehir aynı zamanda.

İstanbul Valisi Ali Yerlikaya'ya küçük bir kaç tavsiyede bulunmak istiyorum. Haftanın bir gününü, protokolsüz, önceden haber vermeksizin ve uzun araç konvoyları oluşturmaksızın bir ilçeyi tanımaya ayırmak, doğru teşhisi koymak için yeterli bence. 

Bir de İstanbul'un "yerel basını" ile zaman zaman bir araya gelip, sorunları ve çözümlerini konuşmalı. Çünkü şehrin kılcal damarlarını bilmeyen, trafoda elektriğe kapılıp ölen çocuğun üzerini "magazinle" örten "plaza gazetecileri"nden kimsenin öğreneceği bir şey yok.