Öğrenciler pazartesi ders başı yapacak... Ders kitapları da okullara gönderiliyor...

6. sınıf Türkçe ders kitabında yer alan karikatürü hepiniz biliyorsunuz...

Çocuklarımızı eğitmek amacıyla hazırlanan kitapta, uygunsuz bir karikatür nasıl olabilir?

İnsan hata yapabilir, kitabı hazırlayan kişi veya kişiler bu durumu fark edemeyebilir...

Kitapları denetleyen bir kurul var... Koskoca bir kurul, böyle anormal bir durumu nasıl fark edemez...

Bahsettiğimiz durum, basit bir imla hatası değil, sayfanın ortasında yer alan kocaman bir karikatür...

Ders kitaplarını hazırlayanlar ve ders kitaplarını denetleyenler bu hatayı fark edememişse...

Buna benzer birçok hatanın daha fark edilmediği anlamına geliyor.

Geçmiş yıllarda, ders kitaplarında imla hataları ve bilgi yanlışlarını çok gördük...

Ancak bu kadar büyük bir hatanın denetleyenler tarafından fark edilmemesi affedilir bir durum değildir...

Bakanlık çare olarak, karikatürün yer aldığı sayfanın yırtılmasına karar verdi...

Çocukların eline bir yaprağı eksik kitap verilecek...

Güler misiniz, ağlar mısınız... Trajikomik...

Çocuklar bu sayfanın niye eksik olduğunu sormayacak mı? Kitapta bir yaprağın eksik olmasını nasıl açıklayacaksınız?

Bir yanlışlık olduğunu söyleyebilirsiniz... Peki, çocuklar bunu fark edince, bu ders kitabındaki bilgilerin doğruluğuna nasıl emin olacak? Çocukların ve de velilerin kafasındaki soru işaretlerini kim giderecek?

Ders kitabında yer alan karikatürün sahibi karikatürist Selçuk Erdem ise tepkisini, "Karikatürleri izin almadan kullanırsanız başınıza bunlar gelir. Bana sorsaydınız okul kitabı için uygun olmadığını söylerdim" sözleriyle dile getirdi.

Burada vahim bir durum daha ortaya çıkıyor. Ders kitabına bir eser konuluyor, ancak sahibinden izin alınmıyor...

Telif hakkı yok mu? İnsan hiç olmazsa izin alma nezaketini göstermez mi?

Bütün bunlar basit bir hata değildir. Ehil olmayan insanların önemli ve kritik makamlara getirilmesinin sonucudur... 

Sorumluların görevden ayrılmaları veya uzaklaştırılmaları gerekmez mi?

Çocuklar geleceğimizdir, hiç olmazsa ders kitapları düzgün olsun...

***

Bari rüyamda başımı okşasın

Küçük kız, okul önlüğünün düğmelerini iliklemeye çalışırken o kadar acele ediyordu ki, yaşadığı panikten elleri birbirine dolanıyordu. Uyumaktan şişmiş gözlerini ovalayarak dışarı fırladı. Ayakkabılarını ayağına geçirmeye çalışarak yürürken yolda yalpalıyordu.

Son günlerde sürekli geç uyanıyor, ilk derse yetişemiyordu. Öğretmenin verdiği cezadan çok, her seferinde yalan söylemek zorunda kalması küçük yüreğini yoruyordu. Bu sefer hangi bahaneyi uyduracaktı? Uyuya kaldığını söylese, öğretmen her zamankinden daha çok kızacaktı. Annesine söz vermişti. Ne olursa olsun, başına ne gelirse gelsin, kesinlikle yalan söylemeyecekti. Geç kaldığı günlerde öğretmeninin bakışlarıyla alevlenen yangına karşı, sap yığınından yalanların arkasına çaresizlik içinde gizleniyordu. 

Okulun kapısına geldiğinde koşmaktan terlemişti. Al yanaklarının üzerine yerleşen şiş gözlerle etrafına bakıyor, çekingen adımlarla koridorda ilerliyordu. Sınıfın önüne geldi. Son kez önlüğünü ve yakalığını düzeltip kulağını hafifçe kapıya yasladı. İçeride hiç ses yoktu. Çantasını sırtından eline alıp, minik elleriyle kapıya birkaç kez vurdu. Ürkek adımlarla içeri girdiğinde sınıftaki sessizlik, yerini fısıltılara karışan gülüşmelere bırakmıştı. Yerine geçmeye hazırlanırken; öğretmen, sınıfı susturan, gülüşmeleri kovalayan, küçük kızın yüreğini titreten konuşmasına başladı. 

- Dur bakalım! Yerine oturma! Seni defalarca uyarmaktan, cezalandırmaktan bıktım. Sen, geç kalmaktan bıkmadın. Tahtanın yanına geç ve ders bitene kadar tek ayak üzerinde dur. Sorumsuzluğuna son verene kadar böyle yapacağım...

Ayağını indirdiğini görmeyeyim...

Alaycı bakışlardan kaçırdığı gözlerinde, yağmaya hazırlanan bulutlara direnen küçük kız, tahtanın yanına geçti. Ayağını kaldırdığında ders kaldığı yerden devam etmişti.

Minik ayaklarında derman tükenmek üzereyken, ıstırabı ve dersi sonlandıran zil nihayet çaldı. Öğretmen, masadan kitaplarını toplarken sınıfta kimse kalmamıştı. Küçük kızın yüzüne dahi bakmadan "Tamam! Çıkabilirsin." dedikten sonra, söyleyecekleri aniden aklına gelmiş gibi, uyuşan ayaklarıyla birkaç adım atan kıza tekrar seslendi.

- Dur biraz! Her gün derse geç kalıyorsun. Bu böyle gitmeyecek! Ya keyifle uyumaktan ya da okuldan vazgeç! İkisini de aynı anda yapmaya çalışmandan bıktım. Nasıl bir annen varmış ki, seni okula hazırlamaktan aciz, geleceğine karşı tasasız.

Defalarca çağırmama rağmen bir defa bile göremedim veli toplantılarında. Senin sorumsuzluğunun diğer çocuklara örnek olmasına izin vermeyeceğim. Ya kendine çeki düzen ver ya da...

Öğretmeninin ağzında çakan şimşekler küçük kızın gözlerinde bekleyen bulutlara düşüyordu. Yağan yağmurlar çoraklaşmış bir yüreği yumuşatmaya yetmiyor, sorular devam ediyordu.

- Okumak istemiyor musun? Eğer öyleyse, ne sen yorul ne de biz!

Küçük kızın başı önüne düşmüştü.

- Hayır öğretmenim. Okumayı çok istiyorum. Hem de çok; ancak her sabah aynı rüyayı görüyorum.

- Ne görüyorsun rüyanda?

- Geçen sene beni yalnız bırakan annemi cennette görüyorum. Beni çok özlediğini söylüyor, pamuk elleriyle başımı okşamak istiyor, tam elini uzatıyor; uyanıyorum. 

Yanaklarına süzülen yaşları sildikten sonra derin bir iç çekip, sözlerine kaldığı yerden devam etti.

- Onu o kadar çok özledim ki... Belki aynı rüyayı tekrar görürüm, belki rüya kaldığı yerden devam eder diye tekrar uyuyor, uyanmak istemiyorum; ancak rüya kaldığı yerden devam etmiyor...

Daha fazlasını anlatacak gücü kalmamıştı. Titreyen sesiyle son bir cümle daha kurdu. 

- Rüyamda da olsa, bir defa başımı okşamasını, ona doya doya sarılmayı o kadar çok isterdim ki...

****

TEBESSÜM

Saat kaç?

Bir gün öğretmen çocuğa sormuş:

-Bir gün kaç saattir çocuğum?

-25 saat öğretmenim

-Nasıl olur oğlum, 24 saat

- Daha dün siz değil miydiniz saatler 1 saat ileri alındı diye...

****

GÜNÜN SÖZÜ

Bilgisiz bir kimse, savaş davuluna benzer; sesi çok, içi boştur.
Sadi Şirazi