İnsan ruhunun en keskin zehridir öfke ve nefret. İçinde tutsa kendisini çürütür, dışa vurdukça kendisiyle birlikte çevresini. Toplumsal nefret ve öfkenin ise sonu "toplu cinnet" halidir, ülkeleri uçuruma götürür.

O kadar hayati konularımız, büyük sorunlarımız, el ele, omuz omuza kalmamızı gerektiren o kadar önemli dönemeçlerimiz varken, incir kabuğunu doldurmayacak şeylerle enerjimizi harcıyor, bölündükçe bölünüyoruz. "Ülke taş gibi tek parça" diyenler, zihinlerdeki bölünmenin sonunun nereye varacağını düşünüp anlatsınlar önce.

Asıl konuşulması gereken can alıcı konulardan iki örnek verelim.

ABD Başkanı Trump'un IŞİD'le Mücadele Uluslararası Koalisyonu Özel Temsilcisi McGurk, ahlaksızca bir suçlama yöneltti Türkiye'ye. Katıldığı bir panelde İdlib'deki El Kaide varlığının oluşturduğu tehlikeden söz eden McGurk, bazı El Kaide şeflerinin buraya geçişinden Türkiye'yi sorumlu tuttu.

Bu, ABD'nin Türkiye'ye uzun süredir kurduğu tuzağın bilinç altından fışkıran yansıması ve itirafıdır.

Tıpkı, ABD-İsrail kuklası Suudi Arabistan ve tayfalarının Katar'a yönelttiği suçlamanın devamıdır. ABD'nin gizli ajandasının ortaya dökülmüş halidir. 

İkinci suçlama İtalya'dan geldi. Sicilya Savcılığı'na bağlı büronun hazırladığı raporda, terör örgütü IŞİD'in Libya ve Suriye'den çıkardığı ham petrolün kaçırılmasında Türkiye suçlandı. Petrolü denizde yükledikten sonra ortadan kaybolan "hayalet gemiler"den söz edildi ve  bu gemilerden bazılarının Türkiye ve Rusya'ya ait olduğu iddia edildi.

* * *
Hemen hafızamızı tazeleyelim:

Saddam Hüseyin'e yöneltilen ve Irak'ın sonunu getiren suçlama neydi: Saddam'ın elinde kimyasal silahlar var, katliam yapacak. Saddam devrildi, Irak fiilen 3 parçaya bölündü, yakında ABD ve İsrail eliyle kurulacak Barzanistan'la resmen bölünmüş olacak. Ama bir tane kimyasal silah bulunamadı. Suçlamanın yalan olduğu kabak gibi ortaya çıktı.

Libya lideri Muammer Kaddafi'ye de "herörizmin finansmanı" suçlaması yöneltildi. El Kaide'yi Afganistan'da kurup, sonrasında bugüne kadar yaşatan ABD'nin suçlamasıydı bu. Ve birçok terör örgütünü (halen yaptığı gibi) destekleyen ABD'nin... Bu iki ülkede ve Suriye'de iç savaşı terör örgütleri eliyle çıkarmadılar mı?

Gerekçeleri neydi? "Arap baharı olacak, demokrasi kazanacak, diktatörler yıkılacak..."

Evet, iki diktatör devrildi ama ülkeleri de yıkıldı, halkları hiçbir vicdanın kabul etmeyeceği rezillikleri yaşadı, yaşıyor. Irak'ta milyonlarca insan öldü, kadınlara, kız çocuklarına tecavüz edildi, sapıklığın, vahşetin her türlüsü yaşandı. Libya'da neler yaşanıyor, bilmiyoruz bile... Mısır'daki diktatör yıkıldı, onun yerini bir başka diktatör aldı. Hem de, ABD, İsrail, Suud çetesi desteğiyle... 

* * *
Bu sütunda 2 Nisan 2017 tarihinde "CIA'nın günahları kime yüklenecek?" başlığıyla bugünleri anlatmışız. "Perşembenin gelişi çarşambadan bellidir" demişiz. Şimdi, ABD'li "boşboğaz" bürokratların ağzından kaçırdığından da anlaşıldığı gibi Türkiye'ye gerek Katar tezgâhı üzerinden, gerek Suriye'deki "çakma cihatçı"lar üzerinden ve de İtalya'daki soruşturma üzerinden "terörizm destekçisi ülke" etiketi yapıştırmak istiyorlar. Kimler olduğu net bir şekilde ortada. 

ABD, İsrail ve ikisinin kuklası Suudi Arabistan, Kuveyt, BAE, Mısır gibi "Müslüman" ülkeler. Yani, dünyanın en büyük mafyası ile "yancı" Vahhabi çetesi...

IŞİD, El Nusra, Ahrar'uş Şam gibi terör örgütlerinin nasıl ve kim tarafından silahlandırıldığını merak edenler, Sofya'dan havalanan Suud nakliye uçaklarının nereye indiğini araştırsın. CIA'nın Bulgaristan'dan aldığı silahları, Romanya Köstence Limanı'ndan Ortadoğu'ya getiren gemileri kimin kiraladığına baksın. IŞİD'in "lejyoner cihatçılarının" hangi ülkelerin ajanı olduğunu araştırsın. Çoğunu bu sütunda yayınlanmış yazılarda bulmanız mümkün.
* * *

Peki, içinde bulunduğumuz dar tünelin ucunda bu kadar büyük bir tehlikeler varken, biz neyle uğraşıyoruz? Dayatılan gündeme, perdeye yansıtılan görüntülere bakın, hangisi bunlardan önemli? 

Çanakkale'de, Kut'ül Amare'de, Kurtuluş Savaşı'nda yerle yeksan ettiğimiz "tek dişi kalmış canavar" hortlamış, üzerimize çullanmak için son hazırlıklarını yapıyor, biz hâlâ Mehterle 10. Yıl Marşı'nı yarıştırıyoruz. 

Saddam'a, Kaddafi'ye, Esad'a kurulan tuzağın benzerini bize de kurmuşlar, ipi çektikçe çember daralıyor, biz olayı sadece "mevcut iktidarı yıkacak fırsat" olarak görüyoruz. 

İsrail'in, yeni "cambaza bak cambaza" oyunu Mescid-i Aksa'da oynanıyor, baş tacı ettiğimiz krallar, şeyhler, imamlar, çakma halifeler tek kelime etmiyor. Ama biz onların İngilizler eliyle uydurduğu Vahhabiliği, İslâm'ın özü kabul ediyor, topluma dayatıyoruz.

"Kurtuluş Savaşı'nda keşke Yunan galip gelseydi" diyen "deli raporlu" laf cambazının, İngiliz ağzıyla yazdığı "öfke ve nefret" tarihini "gerçek tarih" kabul ediyoruz. Yarım imamın dinden ettiği bir başka zır cahil de çıkıp, "saygın delinin" beynine saldığı zehirle ve Selefi-Vahhabi diliyle Atatürk'ün heykeline saldırıyor. Bir tanesi de çıkıp "Bizim giydiğimiz kıyafeti giyerek bize leke çalmaya çalışan IŞİD ajanı" demiyor o kişi için... Tüm Atatürk'e saldırılar gibi "delidir" diye geçiştiriliyor.
Emperyalizme karşı, dünya halklarına örnek bir mücadele sergileyen Anadolu halkının komutanı Mustafa Kemal Atatürk'ün arkasında saklananlar da, bu suçlamalarla siyasi rakiplerinin emperyalistler eliyle yıkılacağını umarak avuçlarını ovuşturuyor. 

Oyun büyük, senaryo büyük, düşman büyük, tehlike büyük. Bizi de hâlâ "sustalı maymun"larla ve küçük menfaatlerle oyalıyorlar...
Son sözü Necip Fazıl Kızakürek'e bırakalım:
Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak! 
Haykırsam, kollarımı makas gibi açarak:
Durun, durun, bir dünya iniyor tepemizden,
Çatırtılar geliyor karanlık kubbemizden,