Hüseyin Nihal Atsız, romanları, incelemeleri, makaleleri ile olduğu gibi şiirleriyle de edebiyatımıza hizmet etti. Şiirleri ilk defa 1946 yılında "Yolların Sonu" adlı kitabında toplanmıştı. Yeni şiirlerin eklenmesiyle bu kitap 1963 yılında yeniden düzenlendi. 

Ülküsünü şiirleri aracılığı ile anlattı. Gençlere düşüncelerini, öğütlerini şiirleriyle de ulaştırdı.  

Nihal Atsız, çoğunlukla milli veznimiz olan "hece vezni"ni kullandı. Koşma varsağı gibi türlerde şiirler söyledi. Felsefeye yönelen duygulu bazı şiirlerini  aruz vezniyle yazdı. Hecenin değişim kalıplarını ve farklı mısra sayılı kıtalar deneyerek şiirini monotonluktan kurtardı.

Atsızın şiirlerinde epik unsurlarla lirik unsurları aynı anda bulabilirsiniz. Lirizminin kaynağı ülküsüne olan aşkıydı.  Kara sevdaya tutulmuş bir aşık gibi ya da ilâhi aşka tutulmuş bir mutasavvıf gibi ülküsüne sevdalıydı.  Bu yolda yaşadığı yalnızlıklar, çektiği acılar, içine işleyen gurbet ve hasret duyguları lirizmini besleyen unsurlardandı. 

Yalnızım, ne kadar aranıp dursam 
Baş ucumda seni bulamıyorum. 
Güneşten vazgeçip susuz olsam da 
Seninle olmadan olamıyorum. 
  
Şu yollar bilmem ki dağ mı, ova mı? 
Gitsem bulur muyum kendi yuvamı? 
Kuş! Yolun nereye? Bizim eve mi? 
Sen götür, ben haber salamıyorum. 
  
Her gece orda bir yaslanan mı var? 
Sessizce kirpiği ıslanan mı var? 
Uzaktan bana bir seslenen mi var? 
Ne diyor? Sesini alamıyorum. 
  
Acaba yaşlı mı kara gözlerin? 
İçimde bir derin yara gözlerin... 
Daldı mı uzak bir yere gözlerin? 
Görmüyor, bilmiyor, bilemiyorum. 
  
Günleri sayarım, geceler iner; 
Beklerim geceyi, yıldızlar söner; 
Gizli bir yaram var, durmayıp kanar; 
Neresi? Bulup da silemiyorum. 
  
Ulaşsa da sana yolların ucu 
Varmağa yetmiyor Atsız'ın gücü. 
İçimde dururken bu kadar acı 
Hala yaşıyorum, ölemiyorum. 
  
Sunduğumuz bu mısralar, Mayıs 1944'te yazılmıştır. 3 Mayıs 1944'te Ankara'da bir gençlik gösterisi gerekçesiyle zindana atılan tabutlukta gün yüzü gösterilmeyen şairin içli seslenişidir.  

Ama onun bedbinliği sürekli değildir. Der ki: "Darbeyle gönüllerde yatan ülkü silinmez! / Atsız yere düşse de bu bayrak yere inmez!"

O ülküsünün türküsünü söyleyen ozandır: 
Biz Turfam yarattık uyku uyurken Batı,
Nuh doğmadan kişnedi ordularımızın atı.
Sorsan şöyle diyecek gök denilen şu çatı:
Türk gücü bir yıldırım, Türk bilgisi bir deniz.

Delinse yer, çökse gök, yansa kül olsa her yan, 
Yüce dileğe doğru yine yürürüz yayan. 
Yıldırımdan, tipiden, kasırgadan yılmayan, 
Ölümlerle eğlenen tunç yürekli Türkleriz. 

Adalar Denizinden Altayların daha ötesine kadar bütün Türk gençliğine seslenir:     

Yer bulmasın gönlünde ne ihtiras, ne haset.
Sen bütün varlığınla yurdumuzun malısın.  
Sen bir insan değilsin; ne kemiksin, ne de et;  
Tunçtan bir heykel gibi ebedi kalmalısın.  
........
Atsız Beğin şiirlerinde yalnızlık ve ölüm temaları sıkça işlenir. Ona göre yalnızlık kaderdir. Ölüm ise, hayatın gerçeğidir. 
Bilsin  cihan ki ben bu cihanın nesindeyim.
Bir ülkünün mehabetinin zirvesindeyim. 
Dünya denen mezellete dalsın her isteyen, 
Ben ırkımın şeref taşan efsanesindeyim. 
Herkes bir özleyişle yaşar... Ben de öylece 
Altay'ların ve Tanrıdağ'ın çevresindeyim. 
Merdanelikle şöyle bakıp ayrılıklara 
Son menzilin hüzün dolu keşanesindeyim. 
Artık veda zamanına pek fazla kalmadı; 
Yorgun ve kimsesiz, ölümün bahçesindeyim... 
Atsız, "Yurt için ölümdür en güzeli ölümün; / Ölümler yaşatır bir ırkın vatanını" der Macar İhtilalcileri şiirinde. Yine bu şiirde, "Ölmek yenilmek değil, yüceltmektir şanını" der. Atsız'a göre, yurt için ölmek, ölümlerin en yücesidir.

Kitabının ilk şiiri olan Yakarış'ta:
"Anlamayız hayatı felsefeyle ilimle
Hayat çelik ellerle atılan zar olmalı.
Rahat yatakta ölmek acap olmaz mı çile?
Kanlı sınır boyları bize mezar olmalı."
der. O, hareketsiz ve yalnızca felsefe üretmenin adamı değildir. Kahramanlar, rahat bir yatakta ölmeyi kabullenemezler. Kahraman,  ülküsüne erişmek için gerekirse canını vermelidir. Çünkü, vatan için ölen kişi, görünüşte ölmüştür, ama sonsuza kadar "ırkının şeref taşan efsanesinde" yaşar. 

Büyük Türkçü Hüseyin Nihal Atsız, 11 Aralık 1975'te ebediyete intikal etti. İnşallah şu dileğine de kavuşmuştur: 

Ey doğunun serinleten rüzgarı!
Ey karanlıkta bana arkadaşlık eden ay! 
Arzularım bir oktur, aşar ulu dağları, 
Düştüğü yer uzakta "dilek" adlı bir saray. 
O sarayda bulunca tanrılaşan erleri 
Artık gözüm arkaya bir daha dönmeyecek. 
Hepsi sussa da Kür Şad uzatarak elini: 
"Hoş geldin oğlum Atsız, kutlu olsun!" diyecek. 

Ruhu şad olsun.