Dün Nigar Hanımla ilgili ciddi bir çalışmadan söz edeceğimi yazmıştım. Şair Nigar Hanım’ın hayatı ve eserleri hakkında kapsamlı bir araştırmayı, Karadeniz Üniversitesi Eğitim Fakültesi öğretim üyelerinden prof. Dr. Nazan Bekiroğlu kaleme aldı. “Şair Nigar Hanım” adlı kitap İletişim Yayınlarından çıktı. Bu çalışma, şairin günlüklerini, şiirlerini, tanıklıklarını inceliyor, Nigar Hanım’ın hayatının 1862-1918 dönemini gözler önüne seriyordu. Bekiroğlu’nun anlatımıyla, Nigâr Hanım, diğer hemcinslerine nazaran enteresan “Bestesi şarklı, güftesi garplı” kişiliğe sahip bir kadın yazarımızdı. Kimi Edebiyat otoritelerine göre, Nigar Hanım; Tanzimat’la Servet-i Fünun edebiyatları arasında büyük sanatkarların gölgesinde kalan “ara nesil” sanatçılarındandı.

Yedi dil bilen şair Nigâr Hanım, eğitimi ve engin kültürü, öncülerinden biri olduğu “Batılı Türk kadını” imajı ile Avrupa’da da bir hayli ünlüydü. Baş döndüren cazibesi, çevresinde oluşturduğu büyülü hava, sahip olduğu zengin meziyetler, yaşadığı mutsuz evlilikler, bir türlü ulaşılamayan gerçek aşk; hükümdarlar, veliahtlar, sefirler, sultanlar, şehzadeler ve prensesler arasında; saraylar, konaklar ve yalılarda geçen bu hayat peri masalları ya da romanslara benzer bir yanıyla. Bu hayatın şiirlerde, mensurelerde ifadesini bulan diğer sayfalarında ise, şair Nigâr Hanım’ın -bugün pek hatırlanmasa da- döneme damgasını vuran sanatı ve eserleri yer alıyor. Prof. Dr. Nazan Bekiroğlu, titiz bir çalışmayla, bu sıra dışı hayatı günlüklere sadık kalarak unutulmuşluğun kucağından kurtarıyor; ilk Avrupaî kadın sârimiz Nigâr Hanım’ın edebiyat tarihindeki önemini, eserlerini inceleyerek ortaya koyuyor.

Nigar Hanım, yaşamının son dönemlerini hele savaşın tüm etkilerinin görüldüğü İstanbul’da yalnız ve acılar içinde geçirdi.  Abdülhamid’in tahttan indirilmişti. İmparatorluk çökmekteydi. Savaşlar, saray çevresi, art arda gelen toplumsal ve kişisel yıkımlar bir birini izlemişti. Hayatımın Hikâyesi’nde son günlerini bütün içtenliğiyle anlatmıştı:

 “Gündüz arayanlar olmuşsa da her yer ve her şey gibi kapımın çıngırağı da kırık olduğu için işitmedim.  Dün gece, nöbetlerle titrerken, babamın bana yirmi yıl önce hediye ettiği bir yatak mangalını hatırladım ve ancak onunla ısınabildim. Babacığımın aziz ruhunu bu vesileyle bir kere daha takdis ettim.”

Değişen zaman “dönem kadınını” silindir gibi ezmişti.

Nigâr Bint-i Osman’nın ölümünün üzerinden 90 yıl geçti. Yirmiye yakın deftere, günlüklerini yazdı. Satırları üzerine kimbilir ne kadar göz yaşının damlaları düştü. Elli yıl sonra açılması isteğiyle Aşiyan Müzesi’ne teslim edildi. O, yazdıklarını gelecekte birilerinin okuyacağını ümit ederek teselli buluyordu. Ama, bunlar okuyucularla buluşmadı. Nigâr Hanım, zirvelerden unutulmuşluğun kucağına düşmüştü.

Unutulmayan mı, aralarında Atatürk’ün de çok sevdiği şarkılardan olan Tatyos Efendi’nin bestelediği güftesiydi:

 “Mâni oluyor hâlimi takdire hicâbım,

Üzme, yetişir üzme, firâkınla harâbım.

Mahvoldu sükûnum, beni terk eyledi hâbim,

Üzme, yetişir üzme, firâkınla harâbım.”

Nigar Hanım’ın bir naziresi ile yazımı bitirmek istedim. Ruhu şad olsun:

 “NAZİRE”

Rakibe çevr u zulm et iltifâtın hep bana olsun.

Gözün çeşmimle, kalbinde dilimle âşinâ olsun.

Bana haset eyle ömrün irtibatın kes bu âlemden

Sana âlemde her ne var ise cemen feda olsun.

Seninle var olur zevkim, hayatım, varlığım, ey mâh

Ta’lim et bu fennî sende, aşkım muktedâ olsun.

Fırâkınla geçen vaktim benim evkât-ı zâyîdir.

Revamı ömr-ü mahdudum tehassür hebâ olsun.

Gül, eğlen sen nigârı handanân et iltifâtın

Gözüm gönlüm efendim refetinle ruşenâ olsun.