Nigar Hanım 1856 yılında  İstanbul'da doğdu. Macar Osman Paşa'nın kızıydı. Kadıköy Fransız Mektebi'ndeki öğreniminden sonra özel hocalardan edebiyat, Arapça, Farsça ve musiki dersleri aldı. Türkçe'yi bu okulda öğrenmişti. Sekiz dili konuşabiliyordu. Çok iyi piyano çalıyordu.

Şair yaratılışlıydı. On iki yaşında, bir çocukken  karde­şi ölmüştü. İlk şiiri, bu olayın üzüntüsü içinde yazdığı mersiyeydi. Yazıları yayınlanmaya başladığı zaman on dört, yaşındaydı. Şiir yazma zevkini annesinden almıştı.

Nigâr Hanım okuma alışkanlığını şöyle anlatıyor:

"- Hep eski divanları okurdum; daha doğrusu elimin altına ne geçerse okurdum, Bu benim ade­timdir. Bir taraftan da Hugo, Musset, Lamartine ... Eskiler arasında beni en fazla Fuzuli duygulandır­dı .. Fuzulî,  Fuzuli; hala da, bugün de Fuzuli ... Ve Nedim. Bunların iki­si arasında o kadar fark vardır ki; birisi aşk ve sevdada derin... Ötekini de şuhluğundan, şakraklı­ğından severdim belki... Fakat ikisi arasında hiç aynı hissime tesir eden ortak bir nokta görmedim. ..."

Fuzulî ve Nedim. Biri içli bir sevda, derin aşkın; diğeri şuh ve şakraklığın simgesi gibi. Nigâr Hanımın hayatının da bu iki gel-gittin içerisinde geçtiğini söyleyebiliriz.

Şuh ve şakrak bir yaşayış biçimi. Ya da öyle bir görünüm:  Ruşen Eşref "Hanımefendi" diyor: "Bir zamanlar, hani şu 'piyade' denilen hafif çifte kayığınızla akşamları Göksu'ya çıktığınız vakitler şiirleriniz, bil­hassa hanım okuyucularınız tarafından derin bir hayranlıkla okunurmuş ve siz bunların okunuşunu duyarmışsınız. ...."

Nigâr Hanım şu karşılığı veriyor: "...  O dere o zamanlar "Rendez - vous de highlife"idi. (Yüksek tabakadan insanların bulunduğu yer)  Gerçek­ten de, bir baştan bir başa, şiirlerimin okunduğunu işitirdim." Yaşmak ve feracesiyle ünlü olan Nigâr Hanım, Göksu ve mehtap sefaları ile bütünleşirmiş.

Abdülhak Şinasi ''Nigar Hanım'ın kayığı Rumelihisarı'ndaki yalısından çıkar, geceleri bülbüller içinde çağlayan Baltalimanı'ndan Emirgan'ın büyük bahçeler içindeki yalılarından geçer, Recaizade Ekrem Bey'in yalısını tavaf eder, Kalender'e uğrar, bahçesinde saz varsa bir müddet duraklar sonra karşı sahile varır... Küçüksu Deresi'ne girer, Göksu önünde birkaç defa dolaşır, bazen de Bebek bahçesinin önüne gelir ve sonra akşam sular kararınca görmüş ve geçirmiş bir gönülle yalısına dönerdi'' diye anlatıyor.

Diğer yandan "Uryan Kalp" takma adıyla Servet-i Fünun dergisinde şiirleri yayınlanan bir Nigâr hanımla karşı karşıyayız. Bu şiirler, umutsuzluk, acı ve keder dolu oluşlarıyla dikkat çekmekteydi.

Nigar Hanım, babası Macar Osman Paşa'nın statüsünden ve küçük oğlu Keramet'in Şehzade Abdülmecit Efendi'nin oğlu Ömer Faruk Efendi'ye hocalık etmesinden dolayı hanedan ailesinin çeşitli üyeleri ile görüşmekteydi.

Nigâr Hanım, günümüzde de çeşitli yerlerde sürdürülmekte olan edebiyat ve musiki toplantılarının başlatanı olmuştu. Oldukça ünlenen "Salı Toplantıları" düzenlemekte, erkek yanına çıkmayı uygun bulmayan kadınları da mahrum bırakmamak, aynı anda ağırlayabilmek için bu toplantıları iki salonda birden gerçekleştirmekteydi.

Giysilerine, takılarına hayli önem verirdi. Kendisi biçer, kendisi dikerdi. Modası geçmesine rağmen hotoz ve yaşmaktan vazgeçmemişti. Musikiyi çok seviyordu. Haya­tının en güzel zamanı şiir yazdığı ve musiki dinlediği anlardı. Yalnız alafran­gayı değil, alaturkayı da seviyordu. Ama bütün bu artı göstergelere rağmen mutsuzdu. İşte bir şiiri:

Bir Daha Söyle

"Yegane sevdiğin âlemde ben miyim simdi?

Sahih ben miyim artık muhatab-ı askın?

Bütün o hiss-i amik-i fuad-ı pür sevkin

O ibtila-yi ezel, o alaik-i ebedi

Benim mi şahsıma mahsur? Bir daha söyle.

O sanihat-ı hazinin, o beyyinat-ı gâmın

Sahih, mülhimi hep ben miyim, bugün söyle.

Tahassüsatını, efkarını bütün söyle.

Getir şu kalbime dök varsa sevdiğim, elemin

Eden nedir seni rencud Bir daha söyle."