Yaklaşık 3 aydır, her Pazar günü sizlere sayfamda yurtiçi, yurt dışı birçok şehri-ülkeyi tanıttım. Yeri geldi gezdiğim yerlerin lezzetlerini sizlerle paylaştım, yeri geldi çok fazla bilinmeyen kuytu köşelerini… Bugün sayfamı, meslektaşım Ezgi Geleç ve yol arkadaşı Tunç Özerinç’in oluşumu olan @neredeysekoradayiz'a bırakıyorum. İstanbul ve çevresini bir de Ezgi’nin kaleminden okurken, oluşumun Instagram hesabını da takip etmeyi unutmayın. Siz de gezdiğiniz, gördüğünüz yerlerin fotoğraflarını çekerek, Instagram hesabınıza koymayı sevenlerdenseniz paylaşımlarınızı #neredeysekoradayiz hashtagi ile yapabilirsiniz. İyi pazarlar.

Biz yolculuğa tutkun iki kişiydik. İnsanın doğru yol arkadaşını bulması, hayat arkadaşını bulması kadar zor ve bir o kadar da şans işi sanırım. “Uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar.” dizelerini tam anlamıyla içimize sindirmiştik. Doğru an geldi ve başladık yolları arşınlamaya. Araba kullanmaya tutkun biriyle, kültürlerin özünü merak eden bendeniz bir araya gelince de anonim Instagram hesabımız “neredeysekoradayiz” ortaya çıktı. Anonimdik çünkü gördüğümüz güzelliklerin önüne geçmek istemiyorduk. Anonimdik çünkü biz de yolculuğa tutkun yüzlerce insandan sadece iki tanesiydik. İş yoğunluğumuz nedeniyle ve henüz çok yeni bir yol arkadaşlığının başında olduğumuzdan yurtdışına açılamadık. Başlangıç tarihimizden bu yana yaklaşık 3 bin kilometre yol aldık. İlerleyen zamanlarda yeni ve heyecanlı hesabımızı valizimize atıp uzakları da yakın etme hedefimiz var tabi.

Neredeysek Oradayız; Polonezköy'deVaktimiz el verdiğince İstanbul’a yakın rotalar belirledik. Hafta sonu kaçamakları yaptık. Şile ile başlayan maceramız, Poyrazköy, Beykoz, Anadolu Kavağı ve Prens Adaları ile devam etti. Marmara çevresindeki dağlara vurduk kendimizi, ormanın kokusunu aldık. Bolu’da bulduk kendimizi Abant Gölü ve Yedigöller’de sonbaharı yaşadık. Ege turumuz ise tam anlamıyla ruhumuzu doyurdu.

“Amaç her zaman bir yere varmak değildir.” mottosu ile yola çıktığımızdan olmalı her yemeğin tadını ayrı aldık, her kokuyu ayrı duyduk, ormanın derinliklerinden gelen her sese ayrı şaşırdık ve bu anıları ortak hafızamızda topladık. Detaylarını “neredeysekoradayiz” hesabımızdan da görebileceğiniz gibi son gezimiz Polonezköy’e oldu. İstanbul’a yaklaşık 32 km. olan Polonezköy yolunu, Fatih Sultan Mehmet Köprüsü yolu üzerinden gittik. Riva yolunu devam ettik ve nihayet Polonezköy tabelalarına geldik. Doğayı tüm detaylarıyla görebilmek adına size önerimiz bu rotayı takip etmeniz olacaktır.

“Ne içindeyiz şehrin ne de büsbütün dışında”

Polonezköy, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Ne içindeyim zamanın ne de büsbütün dışında / Yekpare geniş bir anın parçalanmaz akışında” dizelerini hatırlatıyor. İstanbul’a dahil olmasına rağmen yeşilin kendine has tonundan taviz vermeyen Polonezköy, bir diğer adıyla Adampol, işgalden kaçan Polonya’lı vatandaşların ülkemizde misafir edilmesiyle kurulmuş. 18. Yüzyılda Avusturya, Rusya ve Prusya tarafından bölünerek işgal edilen Polonya’nın işgaline razı gelmeyen Osmanlı Devleti, bu alanı Polonyalı siyasi göçmenlerin sığınağı olarak belirlemiş. Kırım Savaşı’ndan sonra, Sultan Abdülmecit döneminde ise bölgedeki Polonyalılara oturma izni verilmiş. Kendi mimarilerini, lezzetlerini, dillerini taşıyan Polonyalılar ise Türk kültürünü zenginleştiren unsurların temelini, Polonezköy’de atmaya başlamış.

Hakkında beş yüze yakın eser yazılan, 150 yılı aşkın bir süredir şekillenen kültürüyle, bodur duvarlarla ve çitlerle çevrili evleri sarmalayan görkemli ağaçlarıyla ve neredeyse bölgenin sembolü haline gelmiş yediveren gülleri (sarmaşıkları) ile bizi karşılayan köyü tanımaya tabiat parkından başladık. Kış nedeniyle güneşi, zamanı ve enerjimizi verimli kullanmalıydık.

Güneşe doğru uzun bir yürüyüş, ardımızda doğanın sesleri

Neredeysek Oradayız; Polonezköy'deMevsimin kış olması nedeniyle zamanımızı çok iyi planlamalıydık. Şansımıza hava bizden yanaydı ve sıcak sayılabilecek bir kış günü yaşıyorduk. Erkenden yola koyulmanın faydasını özellikle yarım saatte Polonezköy’e varma konusunda gördük.

Polonezköy Tabiat Parkı, yaklaşık 5 kilometrelik yürüyüş parkuru ve çam türleri, kestane, gürgen, meşe, kayın, ıhlamur ağaçları ile çeşitli bitki türlerini bünyesinde barındırıyor. Alt tabakada yer alan defne, kocayemiş, karayemiş, dağ muşmulası, geyikdikeni, ateş dikeni gibi bitki türleri, eğer gördüğünüzde tanıyabiliyorsanız, eski bir dostu görmüşsünüz hissiyatı yaratıyor. Ormandan, doğadan koparılan bizleri özüne kavuşturuyor.

Park içerisinde Sülün – Keklik Üretme İstasyonu ve Geyik-Karaca Üretme İstasyonu da bulunuyor. Parka yaklaşırken karşınıza çıkan “Dikkat geyik çıkabilir.” uyarıları içerideki tesislerin habercisi gibi bizleri karşılıyor. Bunlara ek olarak parkta kızıl geyik, karaca, yaban domuzu, çakal, tilki, sincap, sansar, gelincik, sülün, keklik, atmaca, şahin, doğan, karatavuk, saka, üveyik ve baykuş gibi hayvanlar bulunuyor. “Kim bilir? Uslu bir çocuk olursak belki bir gün biz de Polonezköy Tabiat Parkı’nın sakinleriyle tanışabiliriz.” diyerek bir sonraki durağımız, pastalarıyla ünlü, Polina’ya varıyoruz.

Şömine, güzel manzara tatlı bir yorgunluk

Neredeysek Oradayız; Polonezköy'deTüm gün dolaşmanın verdiği yorgunluk, bastıran karanlık ve yaklaşan soğuk bizi Hera Restaurant’a yöneltti. Önceden yaptığımız araştırmalar neticesinde şömineli bir yer arıyorduk. Hera, konaklama imkanı da bulabileceğiniz, bahçesiyle ve sıcacık dekorasyonuyla Polonezköy’e ait her detaydan biraz bünyesinde barındıran bir mekan. Bir aile işletmesi ve kibar, hızlı, iletişimi kuvvetli çalışanlara sahip.

Şömineye odunları atıp, şarabımızı yudumlarken “İyi ki…” ile başlayan sözler döküldü dudaklarımızdan. Çocukluğumdan beri birkaç kez geldiğim yere bu kez “neredeysekoradayiz” gözüyle bakıyordum. Yol arkadaşım ise ilk kez tecrübe ediyordu. Yaz aylarında bir gezi daha yaparak ünlü kirazlarını toplama sözüyle ayrıldık Polonezköy’den. Gördüklerimizden dolayı çok mutluyduk.

POLINA HOUSE

Neredeysek Oradayız; Polonezköy'dePolina, itiraf etmeliyiz ki öncelikle bizi kapıda bekleyen güzeller güzeli Chow-Chow cinsi köpeğiyle tavladı. Çalışanları da bir o kadar kibardı. Girişte gördüğümüz pasta dolabı, çocukluğumdan beri olan pasta tutkumu okşar nitelikteydi. Pastamızı seçtikten sonra dışarı açılan bahçeye ilerledik. Kapalı salonları, açık alanı ve kendine has dekorasyonuyla her şey düşünülmüş gibiydi. Kapalı salonları, geniş camları ile kışın bile sizi doğadan koparmıyor ve ayrı bir keyif veriyor. Özellikle ağaçlardan sarkıtılan mask, fener gibi dekoratif unsurlar bazen masamızda derin sessizliklere neden oldu. Kendimizi incelemekten alıkoyamadık.

Polina’nın en ünlü pastası Karpat, böğürtlenlerden ve Polonya’dan getirilmiş yaban mersinlerinden yapılmış bir lezzet bombası. Tavsiyelerimiz arasında en güçlüsü bu. Aşağıya inen alanda ise hamaklar ve kanatlı hayvanların bulunduğu bir alan bizi karşıladı. Alanın tasarruflu ve zevkli kullanılmasıyla ortaya çıkan Polina, bizden geçer not aldı. Fiyatlar uygundu, servis hızlıydı. Bir sonraki durağımız ise Polonezköy Ağaç Oyma Heykel Sergisi idi.

GERÇEK OLAMAZLAR DEĞİL Mİ?

İlk gördüğümüz anda bizde bu hissiyatı yaratan heykeller, Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi ve Polonezköy Muhtarlığı’nın işbirliğiyle Türk ve Polonyalı sanatçıların ortak çalışması ile yapılmış. Hemen yanında sadece Pazar ve bayram günleri açılan Zosia Teyze’nin Anı Evi bulunuyor. Farklı günlerde ziyaret etmek isterseniz önceden haber vermeniz gereken müzeyi biz gezemedik. Bir sonraki gezimizde önceden tedbirimizi alacağımızı konuşarak Polonezköy Czestochowalı Meryem Ana Kilisesi’nın yolunu tuttuk.

İnce mimarî, sükûnet…

Neredeysek Oradayız; Polonezköy'deKendisinden önce bulunan ahşap kilisenin depremde yıkılmasından sonra, 1914 yılında yapılan Czestochowalı Meryem Ana Kilisesi, I.Dünya Savaşı'nda Türk Ordusu kiliseyi karargâh olarak kullanmış ve 1918 yılında tekrar restore edilmiş. Yemyeşil bahçesi ile bizi karşılayan kiliseye, mimarîsi ile de hayran kaldık. Neredeysek oradayız diyerek yolculuk serüvenimize başladığımızdan olacak, her nereye gittiysek oranın yerlisi gibi davranmaya özen gösterdik. Burada da mumlarımızı yaktık ve karanlıkla beraber Hera Restaurant’ın yolunu tuttuk.