15 Ocak 1902: Şair Nazım Hikmet Selanik'te doğdu. Yaşasaydı 118 yaşında olacaktı.

Bu ülkede neler neler yaşandı. Bir dönem geldi, Halkevleri Genel Merkezi'nde İstiklal Marşı şairimiz Mehmet Akif'in resmi yere fırlatıldı. Birisi, üzerine basarak:

“Ben burada bulunduğum müddetçe, bu yobazın resmi duvara asılamaz” diye bağırıyordu. Breh! Breh! Breh! Ne yazık ki bu bir milletvekiliydi. Türk gençliği, İstiklal Marşı şairimizin ölüm yıldönümünü, Türk polisinin copları altında kutlayabilmişti. Öteyandan bu ülkede Nazım’ın şiirlerini okudu diye hapishaneye atılanlar da vardı. Gün geldi Başbuğ Türkeş'in Nazım Hikmet'in bir şiirini okuması, büyük bir olay sayıldı.

Şimdi, komünizmin karşısında olan kapitalist ve emperyalistlerin mezallimlerini bütün dünyayla birlikte bizler de seyrediyoruz. Bugün Komünizm mi kaldı? Bugün Lenin mi kaldı? Ama Nazım var ve bir gerçek. Nazım, şairliğiyle var. Sanatıyla var. Komünist Nazım saplantısından kurtulmamız gerekir. Şair Nazım henüz 18-19 yaşlarındayken Mevlâna için:

“Sararken alnımı yokluğun tâcı

Gönülden silindi neş’eyle, acı

Kalbe muhabbette buldum ilâcı

Ben de müridinim işte Mevlâna”demişti.

Mehmet Akif ne kadar bizimse, Necip Fazıl ne kadar bizimse, Nazım Hikmet de o kadar bizimdir. Bana kaşlarını çatıp, “Mehmet Akif kişilik anıtıydı. Nazım Hikmet  karakter yoksulu. Ayrı dünyaların iki kişisini bir tencerede kaynatmaya kalkışmak ne kadar saçma.  Mehmet Akif'in temiz adı Nazım Hikmet’le birlikte anılır mı? diyecek olanların sesini duyar gibi oluyorum.

Mehmet Akif’in, Tevfik Fikret’in, Necip Fazıl’in, Nazım’ın fani yönleri şimdi toprak altında. Ölümsüz olan eserleridir ki, benimsemediğimiz fani yönlerin hıncını, eserlerinden çıkarmak eski dille revâ, yeni dille uygun olmasa gerek.

Nazım’ın şiir üzerine düşüncelerini öğrenmek isteyenler, çeşitli (Babayef - Nâzım Hikmet, sayfa 140,141, 180-186” ve “Memet Fuat'a Mektuplar – sayfa 52,53,61,62 ve 70”) kaynaklara bakabilirler.  Ama Yeni Adımlar dergisinin Ağustos 1973 sayısında yayınlanan ve Asım Bezirci’nin de yayınladığı Nazım Hikmet’in şiirini ve hayatını özetlediği bir konuşması vardır. Bu konuşmasında:

"... 60 yıllık ömrümün 40 şu kadar yılında şiir yazdım durup dinlenmeden. Evimde, sokakta, hapiste, trende, uçakta. Bu şiirlerin içinde ne kadarı, insanları barış için savaşa, emperyalist savaşlara karşı savaşa, millî bağımsızlık için savaşa çağırdı. Kırk şu kadar yıllık şairliğimi masamın üstüne koydum. Elimde kalabilen şiirleri okuyorum. Okurlarımın önünde hesap vermek istiyorum. Yüzümün akıyla çıkabilir miyim bu hesabın içinden şair olarak? .... Bu şiirlerimin tümünü oldukları gibi tekrar etmem imkânsız. Birkaçıyla hesabımı vereceğim.” diyen Nazım Hikmet, 1925 yılında Moskova’da yazdığı “Bir Hintlinin Ağzından” şiirinin öyküsü ile şiir yolculuğuna başlıyor:

‘....... Ey! kıvrımları / kalbi saran türkülerini / Annemin sesi gibi dinlediğim. / Ey! Asya güneşleri gibi kırmızı / sıcak bayrakları / sıtmalı rüyama giren! ................................................./ Gözümde bir pul etmez artık / ne yer, ne yâr! / Şimâle akan rüzgârlarla / aşmışım / Asya'nın yollarını / ulaşmışım sana! / Haydi uzat kollarını, / beni kucaklasana!’

Aynı yıl Türkiye'me dönüyorum. Kara terör kasıp kavuruyor ortalığı benim orada. Emperyalizm yine ve her zamanki gibi insanlığın bu korkunç baş belası, emperyalizmin duvarını yıkmak gerek. Ben "O Duvar" şiirini yazıyorum.

‘O duvarın bir ucu: / tahta sapanlı sarı Çin'de / öbür ucu: / çelikleri elektrikli / Newyork'un içinde / ....... / O duvarın taşlarına sürterek dilini / kara gömlekli Mussolini / bekliyor nöbet. / İtalya'nın çizmesi / yüzüyor kanda. / O duvar / İkinci bir Balkan gibi yükseliyor Balkan'da.’

Nazım Hikmet, şiir yolculuğunus öyleşinin yapıldığı zamana kadar getiriyor ve diyor ki: “Bilmiyorum, vatanımın insanları başta olmak üzere, bütün insanlığa vermek istediğim hesabı verebildim mi? Sonra bütün bu hesap bir çeşit... övünmek olmadı mı? Yeryüzünde benden çok değerli şairler, barış, hürriyet ve millî bağımsızlık için, şair olarak yaptıkları savaşın hesabını elbette çok daha parlak verebilir. Sayın ve sevgili okuyucularım. Birkaç örnekle önünüze çıktım, beni en büyük insanlık davasının ikisinde biraz olsun ödevini yapmış bir yurttaş sayarsanız bahtiyar olacağım."

Bunu niçin yazdım, biz kabul etsek de etmesek de Nazım, kendini hep bu vatanın yurttaşı saydı. Yukarıda “Vatanımın insanları” diyor.

Ölülere duyduğumuz nefreti, hıncı, intikam duygularını eserlerinden çıkarmak yanlıştır. O duygular ki  bıcak sırtı gibidir. Bir anda sevgiye, şefkate dönüşebilir. Kimi taşa tuttuklarımızın ipe çektiklerimzin ardından kimi zaman gözyaşı döktüklerimiz olmuştur.   Bunu Nazım da dahildir. Ama bırakalım eserleriyle yaşasınlar.