Sözlü gelenekte yaşayan, gelişmesini sürdüren, üreyen ve anlatım yolu ile yayılan en önemli fıkra tipi kuşkusuz Nasreddin Hoca'dır.

Nitekim, 16. yüzyıldan kalmış belgelerde ilk Nasreddin Hoca fıkralarının sayısı 43 iken, bugün 600’e ulaşmıştır. Nasreddin Hoca, giysisi ve eşeği ile köylü, cüppesi ve sarığı ile aydındır.

Ünü ile ülkemizin sınırlarını aşan halk bilgesi Nasreddin Hoca'nın gerçek hayatı ile ilgili bilgiler, ortak noktalar, aykırı görüşler, bu sempozyumlarda dile getirilmekte, yeni belgeler sunulmaktadır.     

         Nasreddin Hoca fıkraları toplumun ortak malı gibidir. Hoca sevilen bir tip olduğu için halk; hoşuna giden her nükteyi ona yakıştırmış veya mal etmiştir. (1) çoğu fıkralar zamana uydurulmuştur. Böylece Hoca'nın özel hayatıyla ilgili olanlardan çok, toplum hayatının Hoca'nın şahsında fıkralaşması ağırlık kazanmıştır.

O yalnız ezeni değil, ezileni de yermiştir. Böylece ezilene, kendi taşıdığı sorumluluğu göstermiş, zor koşullarda bile toplumun kendi varlığını sürdürecek güce sahip olduğu bilincini oluşturmak istemiştir. (2)

Halkın yarattığı Nasreddin Hoca, gerçek kişiliğini unutturan milli bir tip olmuştur. Gerçek: kimliği ne olursa olsun, Nasreddin Hoca, Türk halkının yarattığı bir gülmece zirvesidir. Bu zirve her dönemin en şen ruhu ve her ruhun en en canlı yüzüdür. Onun bu milli tipi, tarihçilerin bulup çıkaracakları gerçek kişiliğinden daha canlı ve orijinaldir. Türk halkı; Nasreddin Hoca fıkraları içerisinde, kendi felsefesini, mizah ve sanatla tatlandırmış böylece ebedileştirmiştir.

Türk halkı, her sevdiği gibi, Nasreddin Hoca’yı da efsaneleştirmiştir. Hoca anasından doğarken ağlayarak değil gülerek doğmuş. Hem de ağzı, yüzü değil, alnının ortası gülüyormuş. Hoca hayatta en çok kula kul olmaktan korkarmış. Bunun için de ne Ese'ye ne Köse'ye mihnet etmemiş. Hoca üç şeyden hoşlanmazmış: Kara Kadı, Kara Gülmez, Kara eşek...

Güler yüzlü adamlar, Hoca'nın tüyünden bir tüy, tatlı dilli adamlar da onun tüyünden iki tüy taşırlarmış.

Buna benzer örneklerden bir manzume Eflatun Cem Güney tarafından yayınlanmıştır.

Folklor Edebiyatı ile Halk Edebiyatı ile halk edebiyatı birbirlerinden farklı kavramlardır. Yukarıda Edebiyat Fakültelerinin Halk Edebiyatı kürsülerinin önemli çalışmalar yaptığını belirtmiştim. Ancak konunun sosyolojik değerlendirilmesinde noksanlıklar tespit edilebilir. Kaldıki, Nasreddin Hoca'nın fıkralarnın motif yapısı konusunda mukayeseli ve bilimsel çalışmalar yapılmıştır.

Nasreddin Hoca fıkralarında, mizahın ötesinde, tanımı, oldukça zor, batılıların hömor dedikleri bir unsur vardır. Yersiz, anlamsız bir fikrin, sağlam bir fikrin yanına getirildiği, iki fikrin bir arada belirtilmesi hiç de mantıklı gelmezken, sürpriz hissini yaratan bir söz patlamaktadır ki, bizi güldüren bu beklenmedik sözdür. İşte bir kaç örnek:

Karısının "Öteki dünyada ne var ne yok?” sorusuna Hoca’nın cevabı:  “Hiçbir şey.. Eğer fincancı katırlarını ürkütmezsen.”

Bu fıkrayı günümüze uyarlayabiliriz:

Nasreddin Hoca medresede talebe öğrenciyken, bıçak taşımak yasak olduğu  halde, belinde koca bir yatağanla huzuruna çıkarılır.  Müdürün, "Bıçak taşımanın yasak olduğunu bilmiyor musun?” sorusuna, “Ben onunla defterimdeki hataları kazıyorum.” der.

 “Be adam, defterindeki hataları o koca yatağanla mı kazıyorsun?”'

Nasreddin, "Evet," der. "Bazen öyle hatalar yapılıyor ki, bu bile küçük geliyor.”

Ölüm döşeğinde karısına söylediği söz: “Kimbilir, belki Azrail, seni bir taş bebek gibi süslü püslü görünce, beni bırakır da seni alır!..”

Halkımız yakın zamana kadar, mizahın kültürünü Nasreddin Hoca’nın şahsında yaşatmış ve geleneğini korumuştur. Çünkü yoksul hayatın .olayları Nasreddin Hoca'nın tek sermayesidir. Bu açıdan içten, samimi ve yapmacıktan uzaktır. Dertleri avutucu, sevinçleri yaşatıcı özelliği vardır.

         Bugün asık suratlı, çatık çehreli insanlar olduysak, ailemizle dahi yediğimiz yemek boyunca konuşacak birkaç cümle bulamıyorsak, dolmuşta, otobüste, vapurda, trende sabah akşam yolculuk ettiğiniz vatandaşlardan şen şakrak konuşan, konuşmasını nüktelerle fıkralarla süsleyen birileri çıkmıyor, nüktedan diye bileceğiniz bir konuşmacıya, politikacıya rastlamıyorsak, sebebini, bir çok geleneklerimiz gibi fıkra geleneğinden de uzaklaşmamızda aramalıyız.