Mustafa Tatlıtürk kim?

Önce birkaç satırla tanıtayım: Halk Müziği sanatçısı. 1962'de Yozgat'ın Sarıkaya ilçesinin Babayağmur köyünde doğmuş. Saz çalma ve türkü söyleme yeteneğini ailesinden almış. Annesi Emine hanım, köyde çok iyi tef çalıp, yöre türkülerini söylüyormuş. Babası Hüseyin Tatlıtürk kaval çalıyor ve bozlak söylüyor, ağabeyi Ali Tatlıtürk de saz çalıyormuş.

"Armut dibine düşer" derler. Mustafa Tatlıtürk küçük yaşlarda saz çalıp bozlak söylemeye başlamış. Bir farkla ki, bu işin eğitimini de almış. Yunus'tan Pir Sultan'a, Karacaoğlan'dan Veysel'e, Seyranî'den Agahî'ye, Mahzuni Şerif'ten Sefil Selimî'ye kadar, onlarca halk ozanımızı dünya görüşleriyle,  müzikleriyle incelemiş. Neşet Ertaş'ı manevî usta kabul etmiş. Empati yaparak onları yaşamış.

Mustafa Tatlıtürk Türk halk müziğinin amatör ruhlu profesyonel sanatçısı. Bir lokma, bir hırka, anlayışı içinde. Zamanın çoğu araştırma, yeni bir şeyler öğrenme ile geçiyor. Günün değil, gönlün dostu. Geçenlerde birlikte Şarkışla'nın yirmi köyünü dolaştık. Aşık Veysel'in köyü Sivrialan'a gittik. Odasında asılı olan Koca Veysel'in sazını aldı. Yatağının ucuna ilişti. O'nun türkülerini söyledi.

Sefil Selimî'nin mezarı başında hüzünlendi. Gözlerinin önünden bir sinema şeridi gibi anılar geçiyor, dudaklarından dizeler dökülüyordu: "Kimse bana yaran olmaz yar olmaz / Mertlik hırkasını giydim giyeli? Dünya bomboş olsa bana yer kalmaz / İnsana muhabbet duydum duyalı  ..."

Agahî'nin doğduğu Kılıççı  köyüne gittik. Mustafa Tatlıtürk "Seher vakti çaldım yarim kapısın / Baktım yarin kapıları sürmeli" diye Agahî'nin türküsünü söyledi. Bu türküye Agahî'nin şiirinden  kendisinin yaptığı besteyi ekledi:  "...Kaba kaba lâf atarsın Agahî / Öküz bulsam ben koşarım vallahi  / Sade boş çıkarmam ol yüzü mahı  / Tavuktan culuktan kazı keserim..."

İğdecik köyünde Aşık Veli'nin mezarını bulduk. Yıllarca tekrarlanan bir yanlışlığı bu köyde gerçek sahibinin söylediği şekliyle Mustafa çaldı çığırdı: "Mecnunum leylamı gördüm / Bir kerece baktı geçti / Ne sordum ne de söyledi/ Kaşlarını yıktı geçti//  ...Veli'm eydür ne hikmet iş / Uyumadım ki görem bir düş / Zülfünü kement eylemiş / Boğazıma taktı geçti"

Ali İzzet'in, Devranî'nin, Kul Sabri'nin, Kemter'in, Hüseyin Gürsoy'un köylerine gittik. Konuksever köylümüzün, evlerine teklifsizce daldı. Kimi yerde sıcak bazlamaya çemen sürdü yedi. Kimi yerde madımak yemeğine kaşık çaldı. Hemen her köyde onu televizyondan tanıyorlar çıkıyordu .

Hüseyin Gürsoy'un köyü Sarıkaya'da duygulu anlar yaşadık. Çok genç yaşta ölen bu aşığın eserlerinin nasıl yağmalandığını gördük. Bildiğimiz öyküsünün bilmediğimiz yönlerini kızından öğrenirken, Mustafa sazının tellerine dokunuyor, gözlerimizi buğulandıran türküsünü söylüyordu:

"....İnsan kısım kısım yer damar damar / Kaşların lâmelif yüz şemsi kamer / Güzelim beline olayım kemer / Yakışır sevdiğim sar beni beni..."

Mustafa Tatlıtürk'ün okuduğu türküler arasında bozlakların ayrıcalıklı bir yeri var. Gırtlak oyunlarına, eğip, bükmelerine gerek görmeden, yüreğinden, ciğerlerinden  geldiği gibi çıkan avazına, bozlaklar çok güzel yakışıyor.

"Niçin bozlak" diye soruyorum.

"Bütün İç Anadolu, Güney Anadolu ve  Toroslar'da olduğu gibi, Avşar ve Türkmen oymaklarının olduğu bizim yöremizde bozlak okunur." diyor.  Sonra  birkaç cümle içinde "Bozlak" kelimesinin nereden geldiğini özetleyiveriyor:

"Bozlak, kelimesine ilişkin görüşlerin ortak noktası, öz Türkçe olduğu. Divan-ı Lügat-it Türk'de "bozlak", "bozlamak" ses vermek, bağırmak anlamına gelmektedir. Dede Korkut, böğürmek anlamında kullanmış. Kırgızcada 'botasın olgan tüyiidey bozlayı bozlayı kaldım men' deniyor. Türkiye Türkçe'sinde, 'yavrusu kaybolmuş bir deve gibi bozlaya bozlaya, feryat içinde kaldım ben' diyebiliriz.  Bozlak, feryad etmek, haykırmak, deve bağırması gibi bozulamaktan gelen bir sözcük."

Mustafa Tatlıtürk, uzun havaya tiz sesiyle başlıyor, kademe kademe indirerek karar sesiyle bitiriyordu. Hacı Taşan'ların, Muharrem Ertaş'ların, Çekiç Ali'lerin, Neşet Ertaş'ların bayrağını yarınlara Mustafa Tatlıtürk ve öğrencileri taşıyacaktı.