Okuyanlarınız olmuştur. Geçtiğimiz hafta Kardeş gazetemiz  "Bizim Gazete"de Hasan Boğuldu efsanesini yazmıştım. O yazımda "Sutuven" şelalesinden söz ettim ki, Hasan'ın boğulduğu su bu şelaleden gelmekteydi. 

Havasından, suyundan olsa gerek; mitolojide sözü edilen çağlar öncesinden günümüze kadar Edremit yöresi, dönemlerine damgasını vurmuş pek çok sanatçıya vücut vermiş.  Bunlardan biri 48 yıl önce bugün aramızdan ayrılan Mustafa Seyit Sutüven.  

Mustafa Seyit Sutüven 1908 yılında Edremit'te doğdu.  Dedelerinin Ilgın yöresinden gelip Edremit'e yerleştiği sanılıyor. 1921 yılında Edremit Numune İptidaiyesi'ni (İlkokulunu) bitirdi. Ortaöğrenimini dışarıdan girdiği sınavlarla Balıkesir Lisesinde tamamladı.  "Köylüler Pazarı" adlı Kırtasiye dükkânı açtı. Çeşitli ticari işlerle uğraştı. Şiirle ilgisini kesmedi. 1940-1941 yıllarında Servet-i Fünun, Uyanış, İnsan ve Yeni Ses dergilerinde yayınlanan şiirleriyle ilgi gördü. Ancak, bundan sonra 1950 sonlarına değin sanat çevrelerinde pek görünmedi. 1957'den başlayarak Hisar, Türk Dili, Yeditepe, yeni Ses dergilerinde yeniden şiirleri yayınlandı. Şiirlerinde Yunan mitolojisini kullanımdaki ustalığı ve özgün lirizmi ile dönemin başarılı şairleri arasında yer aldı. Mustafa Seyit Sutüven 14 Ekim 1969 günü İzmir'de öldü. Şiirleri ölümünden sonra 1976 yılında "Bütün Şiirleri" adlı bir kitapta toplandı.

Mustafa Seyit Sutüven, şiirin önceliğinin ahenk olduğuna inanıyordu. Şiir dilini bulabilmek için özel gayret gösterirdi. Bir yandan geleneği önemserken, diğer yandan yeni arayışlar içindeydi. Ahenk temini için çeşitli biçimleri ısrarla denerdi. Kafiyeye önem verirdi. Şiirlerinin çok azı kafiyesizdi. 

Mustafa Seyit soyadını yöredeki Sutüven şelalesinden almıştı. "Sutüven" şiirinin bir bölümü şöyle: 

Bir kayadan duman duman
On yedi metre atlayan
Dağ kokusuyla yüklü su.

Boşluğa fırlayınca, saç
Düştüğü yerde üç kulaç
Mavi su, ak köpüklü su.

Şi'rin elindesin bugün
Eski masalların bütün
Canlanacak birer birer.

Akhalılar da bir zaman
Şair, ilâhe, kahraman,
Şi'rini burda içtiler.

Hepsi tapardı rengine,
Rastlamamıştı dengine,
Hiçbiri, mor Tesalya'da.

Öyle füsunludur bu yer
Şi'rine borçludur Homer
Çünkü senindir İlyada.

Eski, uzun zamanların,
Tığ gibi kahramanların
Türküsüdür sesin henüz.

Dağda hayat uyandıran
Taşları duygulandıran
Bir son ilâhesin henüz.

Afrodit olmadan ilâh
Dağdan inerdi her sabah
Elde gümüş hamam tası.

Burda çıkardı örtüden
Kimseye gösterilmeyen
Gerdanı, göğsü, kalçası.

Altına mavi mermerin,
Üstüne ak köpüklerin
Kurt gibi saldırırdı hep.

Kimseye belli etmeden,
Hırsla kucakladıkça sen,
Göğsünü kaldırırdı hep.

..............

Halbuki bir Yunan kadar,
Hüsnüne her tapan kadar
Tapmayı biz de anlarız.

Bizleri başka görme sen;
Hüsnü, Huda kadar seven
Gönlü temiz adamlarız.

Hepsini at da bir yana,
Bari o günlerin bana
Şi'rini söyle tatlı su.

Şi'rini, geldiğin yerin
Şi'rini, eski günlerin
Söyle, köpük kanatlı su!

Diyebiliriz ki, Mustafa Seyit Sutüven, Cumhuriyet Dönemi Türk şiirinin az tanınan, fakat Türk dilini ince bir zevkin süzgecinden geçirerek kullandığı için geniş araştırılması gereken, bir şairdi. Prof. Dr. Mehmet Kaplan, şairin Sutüven adlı şiirini çok ahenkli bulmuş, mısraları teşkil eden seslerin kafiyeleri de takviye ettiğini belirtmişti.
Yazımı Mustafa Seyit Sutüven'in dizeleriyle bitireyim: 
Harb bırakır, sulh alır
Sulh bırakmaz, harb, alır
...
Birincisi ölüm,
İkincisi sürüm sürüm
Sürünmek.
Biri top döker,
Öteki, saray.
Harb kan akıtır,
Sulh kan kurutur,
Biri tayın verir,
Öbürü yarım tayın parası.
Harbin yaşı yirmi altı,
Sulhün otuz beş.