O yıllarda Türkiye’de tam anlamıyla özerk kamu niteliğini taşıyan kurumların başında Basın İlân Kurumu gelirdi. Bu niteliği taşımasını Gültekin Samancı (Samanoğlu) ve Mustafa Necati Karaer gibi titiz yöneticilere sahip olmasına borçluydu. Kurum, ikisinin de hücrelerine işlemişti. Emekli dahi olamadılar, görevlerinin başında bu dünyadan göçüp gittiler.

Gültekin Samancı Basın İlan Kurumu’nun 1961 yılında kuruluşunda bulunmuştu. Son otuz yılında aralıksız Genel Müdürlüğünü yapmıştı.

Mustafa Necati Karaer’i 15 Mart 1995’de kaybettik. Karaer de Basın İlan Kurumu’nun Genel Müdür Yardımcısıydı. Titizlik denilen kavramın timsalini ararsanız, Mustafa Necati Karaer’i gösterebilirsiniz. Ben de o Kurum’da bir süre görev yaptığım için, onun mevzuatla birlikte; nokta virgüle kadar titizliğinden çile çektiğimi ve bu çile ile kırk yaşından sonra öğrenci olduğumu söyleyebilirim. Kurum’un a’dan z’ye kadar bütün mevzuatının her harfinde, Mustafa Necati Karaer’in parmak, göz, alın, beyin ve yürek izi olduğunu söyleyebilirim.

Anlatmaya Karaer’den bir şiir alıntı yaparak başlayayım:

Evler ve insanlar çıkmazında

 Gidip gelen evsiz-ayaksız sesler,

 Duvardan duvara evden eve.

 Ödünç diye bir şey vardı eskiden;

 Komşular, bir fincan aydınlık için

 Ne dersiniz bir fincan acı kahve?

Beyazıt'ta müslüman güvercinler

 Kanat vurdukça sıcak zamanlara,

 Bir şadırvanda serinler gökkubbe.

 Kuşluklar ve kuşlar pazarına

 Bir Selçuklu gelir uzaklardan

 Bir Osmanlı geçer omzunda yün heybe?

Sabah sularıdır, şu yelkenliden

 Bakarsınız Nilüfer hatun çıkar,

 Aşka düşersiniz bir selam üzre.

 Yağmurla yıkanan serçe yürek

 Kır atın üstüne bir Orhan Bey'dir,

 Uçar güneşlerden güneşlere.

-II-

Üzerinde ince badem dalları

Evimiz çok pencereli bir kuşluk,

 Ne cam ne çerçeve.

 Rüzgar kaplı bir yorgan altında

 En güzel yerinde ısınmak senin,

 Badem gözlerini seve seve.

Yan yana dizilmiş yüzlerce ayna

İçinde mum gibi dimdik kıskançlık,

 Yalınayak basar ateşlere.

 Kanat uçları mı ellerin mi,

 Beni benden alıp alıp götüren

 Ulu acıların çıktığı yere?

Camlar kırıldıkça nasıl yeniden

 Verirse içinin maviliğini,

 Kendimi vermişim öylesine.

İki yeşil kadeh bıraktın bana,

İçmeye yeniden başladım iyi mi

 Sevdalı kuşların şerefine.

Mustafa Necati Karaer, 1929 yılında Kayseri'de doğdu. 1947'de o zamanlar Konya'da bulunan Kuleli Askeri Lisesi'ni, 1949'da Harp Okulu'nu bitirdi. İstihkam subayı olarak İstanbul, Bursa, Ezine, Sarıkamış, Ankara ve Kırklareli'nde görev yaptı. Dışarıdan Hukuk Fakültesini bitirdi. 1969 yılında Ordudan ayrılarak Basın İlan Kurumu'na girdi. İlk şiiri 1942 yılında Çınaraltı dergisinde çıkmıştı. Başlıca; Hisar, Bayrak, Ülkü, Türk Edebiyatı, Millî Kültür, Türk Dili ve Çağrı dergilerinde şiirleri yayımlandı.

Şiir kitaplarından "Sevmek Varken", 1972'de Atatürk'ün doğumunun 100 üncü yıldönümü nedeniyle Kültür Bakanlığı'nın açtığı yarışmada birinci olan "Kuşlar ve İnsanlar" 1982'de, “Kerem ile Aslı” 1985'de yayınlanmıştı. Karacaoğlan üzerine bir araştırma kitabı bulunan Karaer'in "Ses Mimarlarımızdan"ı 1996'da kitap haline getirildi.

Geçmişle günümüzü kaynaştıran buluş ve hayallerle örülü, teze, oturmuş, sakin ve işçiliği titiz şiirleriyle Karaer, yeni şekil, vezin ve tarzlar denemiş, halk şiirinin, türkülerinin ve hikâyelerinin büyüsünü şiirlerinde hissettirmişti.

Bahar mevsiminin müjdeli ve coşkulu gülücükler “geliyorm” dediği bu günlerde, Karaer’in bir bahar şirini aktarırken, Allah’tan rahmetler diliyorum. Ruhu şad olsun.

“Yine getirdiğin yeşil bir sis / Bahar, of bahar./ Ellerim bilekten kesilmiş, / Ben sizi tutamam artık / Dallar, of dallar.

Upuzun telgraf direklerine /Kuşlar konar, kuşlar kalkar. / Bir daha gelmeyecek günlerin akşamında / Unuttuğum şarkılar sendedir / Rüzgâr, of rüzgar.

Ne ebemkuşağının turuncusu, / Ne akşam eve geç kalma korkusu; / Şimdi kulaklarımda o derenin yalnız sesi var, / Bir de karanlıklar boyunca saçların / Uzar, of uzar.

Mevsimler eskir, yollar kısalır, / Zamanla güzelleşir hatıralar; / İlk sevgim, ilk şiirim, ilk kederim, / Ben eski gözlerimi isterim / Yıllar, of yıllar.

Her şey öylesine başkalaşmış / Masmavi olsa da gökyüzü, / Bu eller bile benim ellerim değil; / Bir daha sevmek ihtimali olmasa / Var, of var.”