Bizde erken seçim havası memleketin her alanını öyle bir kapladı ki, burnumuzun ucunu göremez hale geldik. Çevremizdeki tüm gelişmelerden kendimizi soyutladık ve birkaç günde ya da saatte eskiyecek bilgilerin peşine düşerek geçirdik zamanımızı. Hâlâ da devam ediyoruz buna.

Tamam; Cumhurbaşkanı adayı olarak yarışacak isimler, üç aşağı beş yukarı belli oldu. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın adaylığı zaten 16 Nisan referandumundan önce de belliydi. Bir yığın ince hesap yapmak zorunda kalan ve erken seçime hiç de hazır olmadığı halde "Hodri meydan" çeken CHP de sonunda stratejik bir seçim yaptı. Kılıçdaroğlu'nun müzmin rakibi, Cumhurbaşkanı adayı olarak parlamento dışına itildi. CHP'nin 15 vekil desteğiyle genel seçimlere girme hakkını elde eden İYİ Parti'nin adayı Meral Akşener de, daha ilk günden "imza rekoru" kırarak adaylığı garantiledi. 16 Nisan referandumu öncesinde görmediğimiz bir performans sergileyerek siyaset gündeminde yer edinmeyi başaran "Commandate" Temel Karamollaoğlu, imza vericiler elini yavaş tutsa da 100 bin imzayı bulacak gibi gözüküyor. Daha birkaç yıl öncesine kadar herkesin zeytin dalı uzatma yarışına girdiği halde, bugün tüm ittifak görüşmelerinin dışında tutulan HDP de cezaevindeki Demirtaş'ı aday yapma kararı aldı. Başka da aday gözükmüyor ufukta. Şimdi, adaylar propaganda sürecini en iyi şekilde değerlendirmek için yollara düşecek. AK Parti ile MHP'nin oluşturduğu "Cumhur İttifakı", 16 Nisan'da kabul edilen Anayasa'daki yetkileri kullanacak ilk Cumhurbaşkanı olması için Erdoğan'a destek vermemizi isteyecek ve gerekçelerini anlatacak. Karşı cephe ise, parlamenter sisteme dönüş için oy isteyecek ve "Erdoğan'a oy verme de, kime verirsen ver" düzleminde yapacak propagandasını.

İşte iç siyasetin özeti bu...

* * *

Müslümanların sınavı, bizim iç gündemimizle kısmen alakalı olsa da, bölgemizde yaşanıyor. O yüzden, iç siyasetin dışındaki gelişmelere gözümüzü kapatma lüksümüz yok. Aslında, vatandaşa anlatılması gereken bölümü de bu bence.

Neden mi?

Madem, Cumhur İttifakı "ülkenin bekası" için oluşturuldu ve bunun için güç birliği yapıp, geçmişe sünger çekerek birlikte bir yola çıkma kararı aldı. İşte o "beka" meselesinin ne olduğunu hepimize iyi anlatmalı. Tamam ben ve benim gibi dünyada, çevresinde neler olup bittiğini gözlemleyip, satır aralarını lime lime eden, aynanın arkasındakini görme gayretindeki kişiler biliyor da, bilmeyenler çoğunlukta. Hatta, ülkenin kaderini bu "bilmeyen" hatta hiç bir şeyin farkında olmayanlar tayin edecek. Seçim yarışını da kafasında Survivor gibi canlandıran insanları, gerçeklerle yüzleştirmek herkesin işine gelecek.

Yoksa, daha yıllarca her şeyi "dış güçlerin oyunu", "Siyonizmin tezgâhı", "Hainlerin eseri" diyerek özetleyip geçmeye devam edeceğiz. Bunun, ne Türkiye'ye faydası var, ne de bu topraklarda binlerce yıldır birlikte yaşadığımız farklı motiflerdeki insanlara...

* * *

Kısa bir özet yaparak derdimizi anlatalım. Bunca lakırtıyı neden yaptığımızı da ortaya koyalım.

Bir dönem "İslâm Ordusu" projesi olarak ortaya çıkan ve Ortadoğu'da tüm dengeleri değiştirecek bir oluşum vardı hatırlarsanız. İçerisinde Türkiye'nin de yer almak için hazırlıklar, hatta ciddi görüşmeler yaptığı oluşum. O oluşum, şimdi yeni ABD yönetimi ile onun tayin ettiği Suudi Arabistan yönetimi tarafından farklı bir şekilde kurgulanıyor. İsrail'in de (resmen olmasa da) içinde yer aldığı "Arap Ordusu" oluşturmak için Vahhabi hanedanlığı kolları sıvadı.

Ordunun hedefinin, Ortadoğu'daki Şii silahlı güçleri olduğu artık gizlenmiyor bile. Yemen'den Lübnan'a, Ürdün'den Irak'a kadar olan topraklardaki İran'la iltisaklı güçleri hedef alacak Arap Ordusu.

Elbette, büyük hedef İran... Önce uzantılarını bitirecekler, ardından da İran'ı. Proje bu. Bir araya gelme sebebi de bu. Milyarlarca doları harcama gerekçeleri de...

* * *

Suriye'ye asker gönderen Mısır da bu ordunun içerisinde yer alıyor. Bölgeye demokrasi getireceği söylenen Arap Baharı'nın hormonlu çiçeği olarak açan Diktatör Sisi, Suudi Arabistan'a ülkenin iki adasını hibe ederek projenin içerisinde yer almayı haketti. Zaten, bu orduda hangi ülkenin askerlerinin yer aldığından çok, kelle sayısı önemli. Ölecek ve öldürecek insan lazım sadece... Küresel çete silah satacak, sözde Müslüman Vahhabiler parasını verecek, yancısı ülkeler de Müslümanları öldürmek uğruna savaşacak "kelle" toplayıp Siyonist-Haçlı ittifakının zaferine hizmet edecek...

İsrail, İran'ı hedef tahtasında tutmak için sahte belgeler üretiyor, İran'ın nükleer silah yapma çalışmalarını sürdürdüğünü iddia ediyor falan. En vahşi, en insanlık dışı biyolojik ve nükleer silahlara sahip İsrail'in güvenliği için, ABD, İngiltere, Fransa, Suudi Arabistan ve yancısı Vahhabi hanedanları seferber oluyor.

İşte bizim için sorun burada çıkıyor ortaya...

Bölgemizde özerk bölgeler, otoritesi olmayan devletler üreterek varlığını sürdürmeye çalışan "Küresel Çete"nin bu oyununda biz kimin yanında yer alacağız? Önemli soru bu. Yıldırım Beyazıt'tan bu yana savaşmadığımız, ama çok da sıkı fıkı dost olmadığımız İran'ı, tıpkı Irak gibi karşımıza mı alacağız? Yoksa, İran'dan sonra sıranın bize geleceğini bildiğimiz için "dik durmayı" başarabilecek miyiz?

Benim açımdan bu soruya net cevap veren aday "devlet adamı"dır, eveleyip geveleyen ve hatta hiç gündemine almayan ise "politikacı"dır. Benim desteğim devlet adamına olur...