Yılın son yazısına, yeni yılın tüm insanlığa güzellikler getirmesi dileğiyle başlayalım. Covid19 salgını nedeniyle son 2 yılda büyük zorluklar yaşadık. 2021'de ise tek umut çok sayıda aşının bulunmuş olması ve işe yarayacağı beklentisi. Dilerim, yeni yılda mutasyon korkusu da yerini aşı ve tedavi noktasındaki gelişmelere bıkarı. Yoksa insanlığı daha zor bir dönem bekliyor. Özellikle salgının ekonomide ortaya çıkardığı tablonun, muhtemel sosyal sonuçları insanı ürkütüyor.

Türkiye açısından yeni yıl ile eski yıl arasında değişmeyen şeylerden bir tanesi de siyaset dünyası olacak. Kurulan yeni partilere bir iki tane daha eklemlenebilir bu yılda. "Erken seçim"  beklentisi yanında, kamuoyu araştırmalarında "kararsız" gözüken seçmenin oranındaki artış, siyasetteki yeni yol arayışlarını da cesaretlendiriyor. Yüzde 30'lara ulaşan kararsız seçmenden yüzde birkaç pay alma ihtimali bile iştahını kabartıyor siyasetçilerin.

Yeni yılda, muhalefetin erken seçim isteklerinin giderek arttığına şahit olacağız. Bugüne kadar savunageldikleri "güçlendirilmiş parlementer sistem"in dışında bir başka öneriyle de karşımıza gelmelerini beklemiyorum muhalefetin.

Ekonomi, dış politika gibi konularda "sihirli formül" sahibi olmadıkları da ortada. Ne zaman ülkeye dair bir konu tartışılsa, muhalefette yer alan tüm partilerin temsilcileri, konuyu getirip "sistem" tartışmasına oturtuyor.

AK PARTİ'YE PAS GİBİ

Peki, bugüne kadar yapılan açıklamalar, muhalefetin ısrarla savunduğu "güçlendirilmiş parlamenter sistem"e dair bize net bir tablo sunuyor mu? Hayır...

Geçtiğimiz haftalarda "güçlendirilmiş başbakanlık" olarak da isimlendirildi savunulan sistem. Hatta İYİ Parti Genel Başkanı ve Millet İttifakı ortağı Meral Akşener, yeni Anayasa çalışması ile ilgili olarak bir masa çağrısı yaptı. Ve "AK Parti ile de masaya oturabiliriz" cümlesini sarfetti.

AK Parti, daha doğrusu Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan böyle bir masa davetine "evet" demesini beklemiyorum. Siyasette bugüne kadar izlediği çizgiye bakınca, "Bir masa kurulacaksa onu da biz kurarız" demesini de anlarım elbette.

Ama "güçlendirilmiş başbakanlık" modeli, sanki Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a "ittifaksız ve tartışmasız yeni iktidar yolu" açan bir model anlamına geliyor benim için.

Yani, muhalefetin iktidarı yenmek için sunduğu model, yüzde 50+1'e ulaşmakta zorluk çekeceği savunulan Cumhur İttifakı'nın mutlak zaferiyle sonuçlanacak bir model. Yani iktidara muhteşem bir gollük pas gibi...

Açmaya çalışalım...

TEK BAŞINA DA BİRİNCİ

Hangi siyasi partiye yakın olduğuna bakmaksızın, tüm anketlerin ortaya koyduğu net bir tablo var. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın kişisel oyu, partisinin de üzerinde ve Millet İttifakı'nın da önünde. Pandemi şartları, ekonomideki sıkışıklık vs. gibi konulara rağmen AK Parti'ye oy vereceğini söyleyen seçmenin oranı, tüm anketlerde ortalama yüzde 35'i buluyor. Bunu en fazla 33'e kadar düşürebiliyor kendisini "muhalefete" konumlandıran anket şirketleri. İkinci parti ise şu anda "kararsız"lar.

Evet, anketlere göre AK Parti oy kaybetmiş gözüküyor. Ama seçim ortamı olmadan yapılan anketlerin ne kadar sağlıklı sonuç verdiği de tartışılır. Salgın şartları nedeniyle yüzyüze değil, telefonla yapılan anketlerin ortaya koyduğu sonucun "isabet" oranı da şüpheli.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun "muhafazakar seçmene kucak açma" çabası sürüyor. Hatta bu seçmenleri daha iyi anlayabilmek ve dikkatini çekebilmek için önceden AK Parti'ye danışmanlık yapan İbrahim Uslu'yu danışman yapması ve Genel Merkez'in 13'üncü katında özel oda tahsis etmesi de dikkat çekti.

Kılıçdaroğlu, Millet İttifakı'nı da genişletmek istiyor. "Dostlarımız" dediği kesimle birlikte blok halinde çıkmak istiyor seçmenin karşısına. "Erdoğan karşıtı blok" olacak elbette bunun adı. Sadece Erdoğan karşıtlığı ve "parlamenter sistem" vaadi, seçmenin teveccühü için yeterli mi ayrı bir tartışma.

Anketlere göre, CHP yine anamuhalefet partisi. Oy kaybetmeyen, dinamizmini sürdüren tek parti İYİ Parti olarak yansıyor anketlere. Ama ikisinin oylarının toplamı da AK Parti'nin oylarına yetişemiyor.

İKİ DÖNEM TARTIŞMASI BİTER

Henüz iktidar, ülke "seçim" ortamına girmediği için hamlelerini yapmış değil. Daha önümüzde siyasi partiler ve seçim yasası gibi önemli düzenlemeler var. Yeni Anayasa'ya uygun olarak yapılması gereken düzenlemeler bunlar.

Muhalefetin bugünlerde pek dillendirmediği ama ülke seçim ortamına girdiği andan itibaren yüksek sesle haykıracağı bir başka konu var: Cumhurbaşkanı'nın görev süresi...

16 Nisan referandumunu ile de onaylanan Anayasa'nın 101.'inci maddesinde "Cumhurbaşkanının görev süresi beş yıldır. Bir kimse en fazla iki defa Cumhurbaşkanı seçilebilir" ifadesi yer alıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 2014 ve 2018 yıllarında iki kez halk tarafından seçildiğini ve bunun da 101'inci maddeye göre yeniden seçilmesine engel teşkil ettiğini savunanlar var.

Muhalefetin tamamı böyle düşünüyor. Bazı gazeteciler bunu şimdiden dillendirmeye başladılar bile.

Şimdi gelelim anketlerin yansıttığı tablo, muhalefetin "güçlendirilmiş" diye başlayan sistem önerisi ve muhtemel sonuca.

Eğer Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, "dönem tartışması" yaşanmadan bir seçime gitmeye karar verirse... Muhalefetin elinden "sistem tartışması" kozunu da almak isterse...

"Güçlendirilmiş Başbakanlık" modeliyle yeniden kendisine mutlak iktidarı açacak öneriye "evet" der ve büyük hamlesini yapmış olur.

"Olmaz" demeyin hemen...

Anayasa'ya göre görev süresi dolan ve yeniden "başkan" seçilme şansı kalmayan Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in, yerine yakın adamı Medvedev'i Kremlin'e taşımasını, başkanlık ve başbakanlık yetkilerini düzenledikten sonra kendisinin "başbakan" olarak görevini sürdürdüğünü hatırlayın.

Ne Rusya, ne de Putin hiç bir şey kaybetmemişti...