Konya eşrafından Muînüddîn Pervâne, şehrin ileri gelenlerini yemeğe dâvet etti. Davetliler arasında Mevlânâ  de vardı. Herkese yemekler geldi. Mevlânâ'ya özel olarak altın bir tabak içerisinde, bir kese altın konulmuş ve üzerine pirinç pilavı doldurulmuş bir hâlde sunuldu. Mevlânâ, tabağı görünce yüzünü çevirdi ve elini uzatmadı.

Ev sâhibi yemesi için; "Helâl lokmadır, buyurunuz efendim." diye ısrar edince,

"Altın tabak içinde altın kesesi saklayarak bizi imtihan mı ediyorsun? Bir de yememiz için ısrar ediyorsun, bu size yakışır mı?" dedi. Bu sözleri duyan ev sâhibi, mahcup oldu. Mevlânâ'nın ellerine sarılıp öptü ve kendisini talebeliğe kabul etmesini için yalvardı.

Bir kimse, geçim darlığından şikâyette bulundu. Bunun üzerine Mevlânâ  o kimseye;

"Eğer sana, azalarından birini kesip, yerine bin altın verelim deseler râzı olur musun?" diye sordu. O da;

"Hayır, râzı olmam." diye cevap verdi. Bunun üzerine Mevlânâ:

"Ey kardeşim! Madem ki razı olmazsın, niçin geçim sıkıntısından şikâyette bulunursun? Fakirim diyorsun, bu kadar altından daha kıymetli âzâların var iken, vücûdun sıhhatte ve âfiyette iken, niçin bunları sana bedâvadan ihsân eden Allahü teâlâya şükretmiyorsun? Allahü teâlâ; meâlen "Nîmetlerimin kıymetini bilir, emrettiğim gibi kullanırsanız onları arttırırım." (İbrâhim sûresi: 7) buyurdu.

Irmağın ortasına gelince akrebin sokmak arzusu uyandı. Kaplumbağanın sırtında iğnesini dokundurdu. Kaplumbağa; "Ne yapıyorsun?" diye sordu. Akrep; "Hünerimi gösteriyorum. Sen bana iyilik edip yarama merhem koydun. Ben de sana iğnemi sokuyorum. Benim göstereceğim şefkat de ancak budur." dedi. Bunun üzerine kaplumbağa suya daldı. Akrep de boğulup gitti."

Mevlânâ  bundan sonra şu beytleri okudu: "Câhil, yakınlık gösterse de sonunda câhilliğinden ötürü seni incitir." Sonra da; "Ahmağın sevgisi, ayının sevgisine benzer. Onun kini sevgi, sevgisi kindir. Haydi kötü nefsi öldürün. Bu hususta ihmal göstermeyin. Onu diri bırakmayın. Çünkü o akreptir."

Şimdi Mevlâna’nın hikmetli sözleri arasında bir gezinti yapalım mı?

** Nice insanlar gördüm, üzerinde elbisesi yok. Nice elbiseler gördüm, içinde insan yok.

** Korkunç bir kurban bayramı olan kıyamet günü, inananlara bayram günüdür, öküzlere ölüm günü.

** Birinin başına toprak saçsan başı yarılmaz. Suyu başına döksen, başı kırılmaz. Toprakla, suyla baş yarmak istiyorsan, toprağı suya karıştırıp kerpiç yapman gerek.

** Bulutlar ağlamasa yeşillikler nasıl güler?

** Aşıkların gönüllerinin yanışıyla gözyaşları olmasaydı, dünyada su da olmazdı, ateş de.

** İki parmağının ucunu gözüne koy. Bir şey görebiliyor musun dünyadan? Sen göremiyorsun diye bu alem yok değildir.

**  Dün geçti gitti. Dün gibi, dünün sözü de geçti. Bugün yepyeni bir söz söylemek gerek.

                **  İki canlı kuşu birbirine bağlasan, dört kanatlı oldukları halde uçamazlar, çünkü ikilik mevcuttur.

** Kadınlar, aklı olanlara, gönül sahiplerine pek üstün olurlar. Cahillere gelince, onlar, kadına üstündür. Çünkü tabiatlarında hayvanlık vardır. Sevgi ve acımak, insanlık vasıflarıdır. Hiddet ve şehvet ise hayvanlık vasıfları.

** Sen, yeni bir çocuk doğurmadıkça, kan, tatlı süt haline gelmez.

** Terazide arpa altınla yoldaş olur ama bu, arpanın da altın gibi değerli olmasından değildir.

**  İkiyüz batman bala, bir okka sirke döksen, balın içinde erir, gider. Balı tattın mı sirkenin tadını bulamazsın. Fakat tartarsan bir okka fazla gelir. Demek ki sirke, hem yok olmuştur, hem vardır.

**  Kuru duayı bırak, ağaç isteyen tohum eker.

** Ayıpsız dost arayan , dostsuz kalır..  İnsanlarla dost ol.

Mevlâna,. bütün insanların duyan gönlü, düşünen başı  oldu.  Diyordu ki:

İnsanlar bir ağacın dalıdır. Topumuz bir inciyiz. Başımızda aklımız tek iken, bu iki görme, bu şaşılık niye?

Bir can var canında o canı ara, Ey yürüyüp giden dost, bütün gücünle ara. Ama dışarıda değil, aradığını kendi içinde ara..”