Gittiği yerlerde gerçek kimliğini gizliyor,  konuşup görüşebileceği kimse bulamayınca, yine yollara düşüyordu. Bundan dolayı ona “Uçan Şems” anlamına gelen “Şems-i Perende” demişlerdi. Mevlâna’nın aradığı kişiydi. O gelmeden önce vaazlarıyla halkı aydınlatan, ders veren, çevresinde her şeyle ilgilenen Mevlâna, şimdi kendisini bütünüyle şiire, müziğe, semaya vermişti. Dostlarına, “Şeyh Şemsettin’dir. Ondan feyz alın, beni kendi halime bırakın!” demekteydi.

“Sarhoşum, a düzenbaz  güzel, tut elimi!

Bütün sarhoşların canlarına andolsun ki sarhoşum...

Andolsun bütün canlarıyla oynayanların canlarına. Can kesdim. Andolsun onun yüzünden, kurtulanların canlarına; kurtuldum!

Utarid gibi deftere düşkündüm; ediplerin üst tarafında otururdum.

Sâkiynin altın levhini görünce sarhoş oldum, kırdım kalemleri.

Namazımda kıblem sevgilinin yüzü oldu. Onu kıskanma, gözyaşlarıyla abdest aldım.

Mevlâna bütün zamanlarını Şems’le fikir alışverişinde  geçiriyor, ufkunu genişletiyordu.  Müziğe, semâya  düşkünlüğü halk tarafından kınanmaya başlanmıştı. Mevlâna’nın bu durumundan, Şems sorumlu tutuluyordu.  Tepkilerin  artması üzerine Şems Konya’yı terk etti.

“A canımın canı, ne de hoş, ne de güzel salına salına gidiyorsun; gitme bensiz. A dostların yaşayışı, gül bahçesine gitme bensiz.

A gök, dönme bensiz; e ay, parlama bensiz; a yeryüzü  bitki bitirme bensiz. A  zaman geçme bensiz.

Bu dünya da seninle hoş güzel, o dünya da; bu dünyada kalma bensiz, o dünyaya gitme bensiz.

A apaçık şey, bilme bensiz; a dil, söyleme bensiz; a göz, görme bensiz; a can, gitme bensiz.

Gece, ay ışığıyla yüzünü ak görür; ben geceyim, sen Ay’sın bana; a can gitme bensiz.

Diken güle sindi de ateşten emin oldu, sense gülsün, ben dikeninim senin; gül bahçesine gitme bensiz.

A neşe, padişahın meclisine gidersen içme bensiz. A bekçi, padişahın damına çıkarsan, çıkma bensiz.

Eyvahlar olsun bu yola iz bilmeden düşene. İzini izlediğim sensin benim; a yol-iz bilen gitme bensiz.

Başkaları aşk diyorlar sana. Oya ki ben aşkın da padişahı diyorum. E şunun bunun aklına, vehmine bile gelmeyen, gelmeyecek kadar yüce olan dilber, gitme bensiz!..”

Şems’in gitmesinden sonra Mevlâna’nın yeniden halka döneceğini sananlar yanılmışlardı.  Daha çok içe kapanmış, zamanını şiir ve semâyla geçirmeye başlamıştı.  Şems 1246 yılında dönmüştü ama, aynı tepkilerden dolayı bir rivayete göre yine Konya’yı  terk edip nereye gittiğini gizlemiş, bir rivayete göre de öldürülmüştü..

Mevlâna bundan sonraki ömrünü, 25.618 beyit ve altı ciltten oluşan Mesnevî’sini yazmakla geçirdi. 1273 yılının 17 Aralık günü öldü. Ancak, sanatı, felsefesi hep yaşadı. Ona göre, dinler, felsefe, ahlâk sistemleri insanı daha mutlu, daha değerli yapma yolunda birer araçtı. Tanrı’yı insanda ve O’nun bütün yarattıklarında görerek sevmek temeldi.

Mevlânâ  müslim veya gayr-i müslim herkese karşı yaptığı iyi muâmele ve güler yüz ile her tarafta ünlenmişti. O zamanlar İstanbul'da bulunan meşhûr bir papaz, merâk edip Mevlânâ'yı görmek istedi. Konya'ya geldi. Konya'da yaşayan Hıristiyanlar onu karşıladılar.

Yolda giderken Mevlânâ'yı gördüler. Papaz hızla yetişip, Mevlânâ'ya çok saygı gösterdi. Önünde eğildi. Mevlânâ da onu iyi karşıladı. Papaza, papazın yaptığından daha fazla iltifatta bulundu. Papaz ve orada bulunan diğer Hıristiyanlar, Mevlânâ'nın bu iltifât ve güzel ahlâkı ve bu olgunluğu karşısında dayanamayıp, Kelime-i şehâdet getirip müslüman oldular.

Mevlânâ, bir gün oğlu Sultan Veled'e: "Oğlum! Eğer Cennet'te olmak istersen, herkes ile dost geçin, hiç kimseye kin tutma, herkese tevâzu göster. Zîrâ alçak gönüllü olmak asıl sultanlıktır." buyurdu.

Yarın için yazacağım yazıda Mevlâna’dan birkaç hikmetli hikâye ve sözler aktaracağım.