Gün ışığı çilemeye başladı başucunda

 Denizler bir mavilik edindi günden

 Seher yeline uyup kuşlar yerinden uçtu

 Bu türküyü dinlemeyecek misin?

 Hadi uyan

 Aydınlığa çık da çil gözlerin ışısın

İlkyazlar sıcağı biriksin yüreğine

 Yoksul olsan da uyan

 Garip olsan da uyan

 Mademki güzelsin, güzeli yaşatmak için

 Mademki iyisin, iyiyi yaşatmak için

 Mademki umutlusun, umudu yaşatmak için

 Hadi uyan

 Denizi dinle, yaşamak desin

 Toprağı dinle, barışmak desin

 Göğü dinle, sevişmek desin

 Bir plak konmuş gibi gramofona

İşte aşk, işte özlem, işte savaşmak gücü

 Uyan diyor uyansana

 Hadi uyan

 Sevdiğim uyan

 Ne olur uyan !"

Metin Eloğlu'nun şiiriyle başladım yazıma. Eloğlu, ortaokuldan sonra, 1943'te Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümü'ne girdi. 1946'da siyasi nedenlerden dolayı iki ay tutuklu kaldı. Olay üzerine Akademi'deki kaydı silindi. 1947'de başladığı askerlik hizmetini, disiplinsizlik nedeniyle aldığı uzatma cezaları nedeniyle ancak 5 yılda tamamlayabildi

Edebiyata öyküyle adım attı. 1942'de Serveti fünun-Uyanış dergisinde ilk öyküsü yayınlandı. 1943'te İzmir'de basılan Kovan dergisinde de Mehmet Metin imzasını taşıyan „Sabah Şarkısı" şiirine yer verildi. Ressam olarak birçok çalışma ve sergiye imza attı.

1967'de düzenlenen 1. DYO Sergisi ile ve 1976'da yapılan Yarımca Sanat Şenliği'nde birincilik ödülü aldı.  Eserlerinde adının dışında Mehmet Metin, Mehmet Emin, Ali Haziranlı, Etem Olgunil ve Nil Meteoğlu imzalarını kullandı. Ayrıca birçok eleştiri yazısı kaleme aldı. 11 Eylül 1985'te İstanbul'da öldü.

Eloğlu'nun ilk kitabı, Orhan Veli'nin 'Şoförün Karısı', 'Dedikodu', 'Tahattur', 'Altın Dişlim', gibi, lümpen orta tabakanın dilini ve duyarlılığını yansıtan şiirlerinden esinlenmiş bir şairin ürünlerini içeriyor. Ayrıca Nazım Hikmet'in 'İnsan Manzaraları'nın etkisi de seziliyordu.

Sultan Palamut'ta konuşma dilinin engin tatlarını, edalarını, tonlamalarını çok başarıyla kullandı. Şiire ustalıkla özümsetilmiş bir argo, humor ve ironi'yle, yeni şiirimize getirdiği olanakların alanını daha da genişletmişti. Yine sanatçının "toplum ve tabiatla ilişkisini büsbütün kesmemesi" gerektiğini bunu yaparken de "kopyacılığı, taklitçiliği, basmakalıp realizmi, konu ezberciliğini değil dış dünyada olup bitenleri, iç dünyasının yenileyici gücünü yararlı bir araç olarak tanıması" ile sanatına yansıtması gerektiğini öne sürüyordu.

"Kolay anlaşılan şiirin, kolay yazılabildiği kanısına vardım deneyler sonucu. Daha açığı: şiiri anlamak da, tadına varabilmek de özel bir çaba işi."   demişti.

Diyordu ki:

"... çağımızın ileri sanatçısına düşen ödev; özel işlerini, kişisel duygularının türküsünü aklına estiği gibi çığırmak değil, içinde barındığı toplumun gerçeklerini aydınlatıp, onun acılarını sevinçlerini, umutlarını göz önüne sermek; Başkalarını da bu konular üzerine düşündürmektir."

Özetle, Metin Eloğlu, edebiyatımızda yazdıklarıyla, yaptıklarıyla kendine has bir çizgi tutturmuş, akımlarla dirsek teması olsa da hiç birine dâhil olmamış, ilk kitabından itibaren sanatını hayatına koşut tutarak geliştirmiş, resimden kazandığını şiire aktarmış, özgün sanatçılarımızdan biriydi. Bir şiiriyle başladığımız yazıyı "Sofra Adabı" şiiriyle bitirelim:

Keşkek şu kazanda kaynar, benim bildiğim;

Şu güveçte helmelenir fasulya.

Kuzu şu kadar ateşte çevrilir;

Tuzlama şu tabağa konur ille..

Yumurta şu sahana kırılır.

Çorba mı? Çorba şu kaşıkla içilir tabii,

Hoşaf bu kaşıkla..

İster uskumru olsun, ister kolyoz,

İster orkinoz, ister hanos;

Balık şu bıçakla kesilir..

Şarap siyahsa şu kadehe konur elbet,

Beyazsa bu kadehe

Yavan ekmeği nasıl yersen ye...