En bedbin şairin bile ufkunda bir aydınlık, bir ümit, bir teselli vardır. Onun için şiir hayatın kendisidir. Geliniz şimdi de Faruk Nafiz Çamlıbel’in Kış Bahçeleri’nde bir gezinelim:

“Dinmiş denizin şarkısı, rüzgar uyumakta,

Rıhtım boyu sonsuz bir üzüntüyle karaltı

Körfez düşünür, Kanlıca mahzundur uzakta,

Mazi gibi sislenmiş Emirgan Çınaraltı.

Can verdi kışın sunduğu taslarla zehirden

Her gonca kızıl bir gül açarken yolumuzda,

Üstündeki son dallar ağarmış diye birden

Pas tuttu nihayet suların rengi havuzda.

Yerlerde gezen hatıralar var korulukta;

Yapraklar, atılmış nice mektuplara eştir.

Mehtaba çalan sapsarı benziyle ufukta,

Binlerce dalın verdiği tek meyve güneştir.

İçlenme tabiattaki yekpare kederden,

Yas tutma dağılmış diye kuşlarla çiçekler.

Onlar dönecektir yine gittikleri yerden,

Onlarla giden günlerimiz dönmeyecekler.

Şiirimizde kışa, servet-i fünun bakış açısıyla değil de, Anadolu insanımızın gözüyle bakınca, karanlık tabloların silindiğini, ev hayatının, komşuluk ilişkilerinin, gelenekleri yaşama güzelliğinin, huzurunun, kış aylarında taçlandığını görüyoruz.

Çukurova gibi Karacaoğlan ikliminde karlı dağlar ozanın çizdiği tabloda doğayı bütünleyin bir süstür.

“Yağmur yağarsa kış değil mi,  kişi halini bilse hoş değil mi?” deniliyor bir atasözümüzde. Aklıma diğerleri geliyor:

“Sabahın kızartısı akşamı kış eder, akşamın kızartısı sabahı gün eder.”

“Yağmurluca yazın, dumanlıca kışın olsun.”

 “Kış kış gerek, yaz yaz gerek.”

“Kışın soba al, yazın aba al.”

Genç kız babasından halhal istemektedir. Baba karşı çıkmaz ancak şöyle der:

“Karakış kara giderse / Zemheri de zemheriliğini ederse / Mart'ta sıçan siymezse / Nisan'da da yağar dinmezse / Kızım sana halhalı kestiririm.”

Kışla ilgili inanışlar var:

Ayva ağaçları bol meyve verirse, kavaklar yaprağını tepeden dökerse, kışın sert geçeceğine inanılır. Kuşburnu böğürtlen ve alıcın çok olduğu yıllar kış sert geçer.  Bir lodosla ilgili inanış ekleyeyim: “Lodos kar’a kor gibi, insana kar gibi değermiş. İnanışa göre lodos gücük ayına demiş ki “İlk haftada geldim, geldim. Gelmezsem son haftada topumla tüfeğimle gelirim.”

Bir an için folklor kapısından çıkıp günümüze gelelim.

Kentlerde kar taneleri, şairlerimize esin kaynağı olmuş.  Nazlı birer gelin gibi süzülürler yere. Göğün ve Güneş’in elçileri gibidirler. Her birinin ayrı bir geometrik şekli olduğu söylenir.  Melankolik bir manzara oluverir. Herkese göre değil elbette. Kimine göre kar yağınca, trafik tıkanır. Uçak seferleri aksar.  Belki  İMKB’de seanslar iptal edilir. Birçok okul tatil edilir. Yetkililer, vatandaşları araçların zincirsiz trafiğe çıkmaması ve dona karşı su saatlerinin korunması konularında uyarırlar. Binlerce köy yolu ulaşıma kapanır. Vapur ve otobüslerinin seferleri durdurulur. Donarak, tipiye tutularak, çığ altında kalarak ölenlerin haberleri okunur. Belediyeler eleştiri odağı olur.

Halk şiirimizde kışın iki yönü vardır. Bininci yön karamsarlığa gider ki, ömrü kış eyler. Ömrün sonu kıştır. İkincisi umuttur. Kışın sonu bahardır. Bahar yeni aşklara gebedir. Şu sözü internet ortamında buldum. Kim demişse güzel demiş: “Hani kardelen göğe aşık olur da kafasını karın altından çıkarır ya, Zemheri yüreğim der ki; yüreğinde kardelen kadar cesaretin yoksa, sakın aşık olma.”