Size, Malatyalı Fahri'den söz edeceğim. 
1914-1915 yıllarında Malatyalı Gaffar Ağa ailesinden Mustafa Bey ile Şam Kadısı'nın kızı Şerife Hanım'ın bir oğulları oldu. Adını Fahri koydular. Ailenin daha önce bir kızları olmuş ancak yaşamamıştı. Fahri tek çocuk olduğu için Mustafa Bey ve Şerife Hanım onu gözleri gibi koruyor, özenle yetiştiriyorlardı. Fahri ilk ve orta öğrenimini Malatya'da yaptı. Daha sonra zorunlu olarak babasının manifatura mağazasında çalışmaya başladı.  Ama o bir enstrüman çalmak, türküler söylemek arzusu duymaktaydı. 
Önce bağlama çalmaya başladı. Daha sonra Karaköylü Reşat Dayı'dan tambur dersleri aldı. Kısa sürede öğrendi. 

Cumhuriyet'in onuncu yılı, bütün yurtta olduğu gibi Malatya'da da görkemli törenlerle kutlanıyordu. O gün şenlikler yapılırken, Malatya'nın önde gelen ailelerinden Hamikoğlu Hacı Ağa'nın kızı Fahriye'yi gördü. Fahriye 16-17 yaşlarındaydı. İki genç göz göze gelmişler, gözlerden aldıkları enerji yüreklerinde kor ateş olmuştu. Daha sonra? 
İçgüveyi olmak koşuluyla Fahriye'nin Fahri ile evlenmense izin verdiler. Böylece Hacı Ağa'nın konağına iç güveyi giren Fahri, konakta yapılan müzik toplantıların katılmaya başladı.  Burada keman, piyano, ud, tambur gibi çalgı aletleri vardı.  Hacı Ağa keman çalmakta, damadı Fahri de ona tamburu ve sesi ile eşlik etmekteydi. 1934 yılında Fahri ile Fahriye'nin kızları Sueda dünyaya geldi. 
Aradan iki yıl geçmişti ki genç çiftin mutluluklarının üzerinde kara bulutlar çökmeye başladı. Fahriye hanım, çok yakışıklı, güzel giyinen, güzel konuşan, güzel çalıp söyleyen Fahri'yi kıskanmaya başladı. 1936 yılının 30 Ocak günü gecesi, çok güzel geçen bir konukluk sırasında söylenen bir dedikodu ve şakalaşmanın sonunda olan oldu. Gece yarısı Fahriye kalbine isabet eden bir kurşunla hayata veda etti. Kimi "Fahri vurdu," dedi. Kimisi "Fahriye intihar etti," dedi. Doğrusu sır perdesinin arkasında kaldı. Gerçek olan o ki, sevdiği kadın, Fahri'de hayatının onuna kadar silemeyeceği iz bırakarak kara toprağa gitmişti. 
Fahriye'nin babası Fahri'den davacı olmadı. Ancak can güvenliği açısından Malatya'yı terk etmesini istedi.  Fahri iki yaşındaki kızını, annesi ve babasını alarak İstanbul'a geldi. 

Burada kendini usta müzisyenlerinin ve bestekârlarının arasında buldu. İstanbul'un canlı müzik merkezleri olan konumunda olan Borsa Kıraathanesi'nde ve Belvü Çay Bahçesi'nde, tamburu ve sesiyle dinleyicilerin karşısına çıktı. Malatyalı Fahri Kayahan çeşitli yörelerden derlediği türküleri kendine özgü bir tarz ile çalıyor, okuyor, besteler yapıyordu. 
         
1937 yılında Türkiye'nin nüfusu 14 milyonken, Malatyalı Fahri'nin doldurduğu "Sarı kurdelem sarı" plağı iki yüz on bin satmıştı. Eseri o günlerin ünlü sanatçıları da repertuarına almıştı. Müzeyyen Senar ve Safiye Ayla gibi sanatçılar okuyordu. Bir akşam Yüce önderimiz Atatürk bu şarkıyı dinlemiş, kimin olduğunu sormuştu. "Fahri isminde bir gencin," karşılığını alınca, "Bir de bestekârından dinleyelim," demişti. O gece Fahri Kayahan'ı bulmuş, Atatürk'ün huzuruna çıkarmışlardı. Atatürk Fahri'ye masasını göstermiş;"İşte fıstık, işte badem. Başla bakalım," demişti. Malatyalı Fahri şarkısını bitirince, iltifat etmiş:
"Ben olsam kaymak ile beslerdim" diye şaka yapmıştı.

1940'lı yılarlıda ses sanatkârları film de çeviriyorlardı. Müzeyyen Senar'la "Kerem ile Aslı", Suzan Yakar'la "Saz ve Caz" filmlerinde oynamıştı. Bazı filmlerde yalnızca tamburu ve sesiyle görev almıştı. Çoğu Anadolu insanının hayatından kesitlerin yer aldığı senaryolar yazmış, bunların bazıları filme alınmıştı. Sarı Kurdele, Şirvan ile Abuzer, Ezo Gelin, Bülbül, Öldüren Yumruk, Gümüş Kırbaç, Perçemli Aslan, Yıldızlardan Gelen Dilber, Sokak Rakkasesi... bu filmlerden bazılarıydı.      Malatyalı Fahri, İstanbul'da İnönü ailesinin her zaman yardımını gördü.  Sadiye Arcuman'la kısa bir evlilik yaptı.  Ama yürütemedi. Safiye Ayla, Müzeyyen Senar, Hamiyet Yüceses, Suzan Yakar, Aziz Şenses, Urfalı Cemil, Selahattin Pınar, Sadettin Kaynak, Sadi Yaver Ataman, Atraki Candan gibi sanatçılarla görüşüyordu. İş, sanat ve memleketinden pek çok arkadaşı olmasına karşın, o yalnız ve içine kapanık bir insandı. İçki ve sigara kullanmamıştı. 

1969 yılının mart ayıydı. Beyoğlu Kalyoncukulluğu semtinde Ömer İnönü'ye ait evde oturmaktaydı. Gece bir akrabasına konuk gitmişti. Döndüğünde evinin soyulduğunu gördü. Plakları, elbiseleri, kıymetli özel eşyaları, evinde ne varsa hepsi çalınmıştı.  Olay karşısında şok geçirmiş, hastaneye kaldırılmıştı. 

Dışarıdan parlak yaldızlı görülmesine karşın, çilelerle, sıkıntılarla dolu bir hayat yaşayan Malatyalı Fahri Kayahan bu olay karşısında direncini yitirmişti. Bir ay hastanede yattı. Doktorların çabasına rağmen kurtarılamadı.  22 Nisan 1964 Salı günü onlarca eserini armağan bırakarak hayata veda etti. Zincirlikuyu mezarlığına defnedilmişti. Ruhu şad olsun.